Kırım ey Kırım...

Sözde “Arap Baharı” ile uğraşırken, yanı başımızda bulunan soydaş topraklarının adeta istila edilmesine Kırım’ın da eklenmesinin en büyük sorumlusunun “kim” olduğunu açık açık yazmaya gerek bile kalmıyor.
Çünkü, Irak, Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’nin iç işlerine karışacak kadar, şuursuzlaşan ve kendini “meşgul” eden bir iktidarın, şimdiden tarihe geçeceği de anlaşılıyor.
Ne yazık ki, bir yerde kağıt üzerinde olsa bile Ukrayna’ya bağlı özerk Cumhuriyet konumundaki Kırım, şimdi bir Rus işgali ile karşı karşıya kalıyor.
30 Mart’ta bir referandumun yapılma ihtimali bile, soydaşlarımıza herhangi bir “özgürlük” vaat etmiyor.
Zira, Rusya pasaport ve çeşitli imkanlar dağıtarak Türk nüfusunu daha da az hale sokmuş bulunuyor.
Böylece, referandumun Ukrayna ile Rusya arasında geçmesi bekleniyor.
Yani, her halükarda yine Kırımlı soydaşlarımızın aleyhine bir netice resmileşiyor.
Asırlar boyunca Tatar Türkleri’nin yurdu olan Kırım, 1944 yılında, tarihin ender gördüğü bir facia yaşarken, kanlı diktatör Stalin’in kararı ile bütün Kırım Türkleri, Orta Asya stepleri ve Sibirya’ya sürgün ediliyor.
Sürgün süresi ve sonrasında Kırımlı soydaşlarımız büyük can kaybına uğruyor.
Stalin’in ölümü ve Sovyetler Birliği’nde rejim şartlarının değişmesinden sonra 1990’lara doğru, soydaşlarımız öz yurtlarına dönmeye başlıyor.
Kırım’a dönüş ve yerleşme çok zor şartlar, yoksulluklar ve büyük fedakârlıklar içinde cereyan ediyor.
1990’ların başlarından bugüne Kırım’da hayatlarını büyük güçlükler içinde geçirmeye çalışan soydaşlarımızın en büyük isteğinin bağımsız bir devlet kurma olduğu öteden beri biliniyor.
...Ve bu hedefin büyük liderlerinden (şimdiki tam adıyla) Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, belki de hayatının acı günlerini yeniden yaşıyor.
Gerçekten de yarım asrı aşan sürgünün acı ve mahrumiyetleri ile yoğrulan Cemiloğlu’nun vatana dönüşünden seneler geçtiği halde, Kırım’ın bağımsızlığına kavuşamamasını bir “trajedi” olarak değerlendirmek icap ediyor.
Türkiye dışında ilk görüşmemizde, Cemiloğlu’nun feryatları benliğimizden kopmuyor.
Tarih: 3 Haziran 1994 ve yer Ukrayna’nın başkenti Kiev. Kırım Türkleri’nin efsanevi lideri Mustafa Cemiloğlu, kelimelere basa basa konuşuyor:
“Kırım’ı Rusların eline bırakmayın.”
Âdeta Türk milletine mesaj veriyor:
“Yanımızda 60 milyonluk bir Türkiye olduğunu görünce, özgürlüğe kavuşmamızın daha kolay olmasını bekliyorum.”
Kırım Tatar Meclisi’nin eski Başkanı Cemiloğlu’nun dediklerinin, hiçbiri şimdi hatırlanmıyor:
“Kırım bir zamanlar Türk devletiydi.
Ancak tarihi sebeplerden, ayrılmak zorunda kaldı.
Sonra da vatanımızdan sürüldük.
Şimdi yine vatanımıza dönüyoruz. İnşallah yeniden beraber olacağız. Kırım’ın Türkiye’den uzakta bir ülke görünmesini istemiyorum.”
Ne var ki, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, Kırım tam bağımsızlığa doğru yürüyemiyor, aksine şimdi yine bir Rus işgali ile karşı karşıya kalıyor.
Ne gariptir ki, AKP iktidarında Türk dünyası ile gerek diplomatik, gerek ekonomik ilişkilerimiz artık hızlanmıyor.
Aksine yavaşlıyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, ancak Rus işgalinin başlamasından sonra Ukrayna’ya gitmesi hiçbir şeyi çözümlemiyor.
Davutoğlu’nun Türk Büyük Elçiliği’nde eski Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı ve milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile görüşmesi, “nezaket” belirtisinden öteye gitmiyor.
Zira, Kırımlı Türkler; uzun süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü desteğini boşu boşuna bekliyor.
Zaten; Kırımlılar, Çeçenler, Çerkezler gibi kendi kaderlerine bırakılan, tam bağımsızlıklılarına henüz kavuşamamış Türkleri, Özgür Türk Devleti’yle de, en üst düzeyden normal seviyeye kadar ilişkiler âdeta “dondurulmuş” gibi bir profil arz ediyor.
“Misak-ı Milli” nin içinde yer alan Kerkük’ün Kürtler’e kaptırılmasından sonra şimdi Irak’ın Kuzeyi’nin de tamamen elden gitmesini hiçbir Türk içine sindiremiyor.
Durumun en “stratejik” yönü ise, unutturulmaya çalışılan Kıbrıs’tan “vazgeçilmiş” gibi bir intiba uyanıyor.
Kerkük, Irak’ın Kuzeyi, Kıbrıs derken şimdi de Kırım istila ediliyor.
Hayhat, hayhat...

Yazarın Diğer Yazıları