Kıbrıs’ı unutma “gaflet” mi “ihanet” mi?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 31. Kuruluş Yıldönümü törenlerine beşinci defadır katılmanın heyecanı ve gururu her şeye rağmen, duyuluyor ve unutulmuyor.
Ne acıdır ki, “Yavru vatan”ın bu anlamlı günü, özellikle Türkiye’nin televizyon ve gazetelerinde, gereği gibi değerlendirilmemesinin üzüntüsü her yıl yaşanıyor ve tartışılıyor.
Gerçekten de,“Kobani” daha doğrusu “Ayn el-Arap” gelişmelerine bunca ilgi, itibar gösterilirken KKTC adeta “öksüz bir yavru” gibi yalnız bırakılıyor.
15 Kasım 1983’te Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi, “Self Deformasyon” hakkını kullanarak oy birliği ile aldığı kararla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan ettiğinde duyulan büyük sevinç ve heyecan hem hatırlanmıyor, hem de Türk gazetelerinde o günlerde atılan manşetler sanki belleklerden silinmiş bulunuyor.
En önemlisi, “Yavru vatan”da bağımsız bir Cumhuriyet oluşturmak için nice şehitler verildiği çabuk unutuluyor.
Mezarı ziyaret edilen, “Son Mücahit” Denktaş’ın; bu “gafleti” görmemesi, yaşamaması belki de trajik “teselli” oluyor.
Oysa, Kıbrıs Türk Halkı’nın, vermiş olduğu varoluş mücadelesi sonunda, kendi kendini yönetme hakkını kullanarak kurmuş olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, tüm kurumları ile örnek bir devlet olma yolunda hızla ilerliyor.
Ancak; AKP iktidarı, dış politikadaki “Arap Baharı” çöküntüsünün yanı sıra, öteden beri Kıbrıs’ta “gaflet” sergiliyor.
Batı destekli Rum Kesimi’nin çeşitli tavizkar taleplerinin ucunda, yavaş yavaş bütün Ada’ya hakim olmanın “isterileri” yatarken, hükümetin “sessizliği” ürküntü veriyor.
Avrupa Birliği hayali uğruna, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını feda etmeye kadar, çok yanlış bir politika güden Türk hükümeti, taviz üstüne taviz vermeye devam ediyor.
Zaten, Kıbrıs’ın güvenliği daima güncelliğini koruyor.
Orta Doğu’daki yangının kıyısında kalan Ada’ya, daha da stratejik ağırlık yükleniyor.
Son yıllarda, deniz taşımacılığı ve petrol bulunma ihtimalinin artması Kıbrıs’a yeni bir pencere açtırıyor.
Öte yandan, Kıbrıs’ta sürdürülen siyasi görüşmeler Ada’nın gün geçtikçe ve adım adım yitirildiğinin ağırlığını hissettiriyor.
Rumlar, yıllardan beri aynı görüşü, aynı tavrı ve aynı planı, çeşitli kılıflar altında savunuyor.
En büyük hedefleri ise, anlaşmalara dayalı haklarını kullanarak, Türk halkını soykırımdan koruyan Türk ordusunun Ada’dan ayrılmasını sağlama olduğu da biliniyor.
Görülüyor ki Kıbrıs’ın güvenliği daha doğrusu KKTC’nin bağımsızlığı Türkiye’yi sanıldığından daha da fazla ilgilendiriyor.
KKTC’nin 31’inci kuruluş yıldönümü münasebeti ile görüşme fırsatı bulduğumuz Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun; “Devletimiz, tüm dünyanın uygulamakta olduğu haksız ambargolara ve her şeye rağmen, her geçen gün daha da gelişmektedir” sözlerindeki “saklı” serzeniş anlayana acı geliyor.
Bugün, kendi egemen devletinin sınırları içinde özgür bir ülkede yaşayan Kıbrıs Türk halkının, çeşitli iç ve dış problemleri bünyesinde barındıran zor süreçlerden geçtiği de sık sık tekrarlanıyor.
Güdülen dış politika sürdürülen siyasi görüşmeler, Kıbrıs’ın gün geçtikçe adım adım yitirildiğinin ağırlığını adeta hissettiriyor.
Şayet, son dakikada bir aksilik çıkmazsa, Güney Kıbrıs’a geçilerek, Rum Cumhurbaşkanı ile görüşme imkânı Basın Konseyi Heyeti’ni bekliyor.
Ne var ki Kıbrıs’ta yeni bir siyasi kriz, yavaş yavaş tırmanıyor.
Nitekim, BM Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide, doğal gaz krizinin çözümü için geliştirdiği ‘Akil Adamlar’ formülünün Rumlar tarafından reddedilmesini değerlendirilirken, çözüm olmazsa krizin tırmanacağı uyarısını da yapıyor.
Barbaros ve Türk savaş gemilerinin bölgeye gitmesi sorunun parçası sayılıyor.
Rumların, “Ben tanınmış devletim, egemenlik hakkım” şeklinde direnmesi Avrupa Parlamentosu’ndan lehine karar getiriyor.
AP, Türkiye’nin sondaj yapamaz kararından sonra Kıbrıs sorununu, çözümsüzlüğe doğru derinleştiriyor.
Gün geçtikçe, Rum tarafının eli daha da güçleniyor.