Kıbrıs göz göre göre elden gidiyor!
Bağımsızlığı tartışılmayan, güvenliği sağlanan ve desteklenen üstelik Avrupa Birliği üyesi, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, durup dururken yıllardır düşman bellediği KKTC ile neden bir tür “Federasyon” kurmaya razı oluyor.
Bu sorunun çeşitli yanıtları ve nedenleri olabilir ancak, en büyük hedefin, Kuzey Kıbrıs Devleti’ni tamamen ortadan kaldırırken, bir toplumun egemenlik ve güvenlik hakkını elinden almak, savunmasız bir şekilde bırakarak, topraklarının “ilhak” olduğunu öne sürmemek için, ya çok “saf” ya “gaflet” içinde olmak gerekiyor.
Gerçekten de, şehitler verilerek elde edilen hakları; Rumların planlı bir şekilde, kağıt üzerinden almaktan başka bir girişim olmayan sözde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” sadece Türkleri egemen ve yetki sahibi olmaktan alıkoyuyor.
Yani, şayet görüşmeler sonuçlanırsa; zaman içinde “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” nin yerini “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” nin alacağını şimdiden iddia etmek için, ne güçlü “Devlet Adamı” ne ünlü bir “Diplomat” ne de “Kâhin” olmak icap etmiyor.
Sadece, şimdiye kadar yapılanları ve mevcut durumu değerlendirmek bile, Kıbrıs’ta oynanan “tehlikeli” oyunu açığa çıkarmaya yetiyor.
Çekoslovakya’nın ikiye bölüşülmesinden, Sovyetler Birliği’nin ayrılmasından tutun; Yugoslavya’nın parçalanması, hatta Irak’ın üç bölgeye ayrılmak üzere olmasına bu arada Sudan’ın iki devlet haline getirilmesine kadar, sorunlu coğrafyalarda yapılanlar, Birleşmiş Milletler tarafından bile onaylanıyor.
Oysa, 1974’te çözülen 1983’te de “fiilen” iki yönetim şeklini alan Kıbrıs’ı yeniden sözde “tek devlet” haline getirme çabası neden Batı’nın gündeminden düşmüyor.
Irkı, dini, dili, kültürü, sosyal yapısı, tarihi kısacası hiçbir unsuru, hiçbir şeyi birbirine benzemeyen, üstelik düşman iki toplumun kurduğu devletler neden birleştirilmek isteniyor.
Özellikle ABD’nin bu “senaryoyu” sahneye koymak istemesi, beraberinde kim bilir ne sorunları ve avantajları çağrıştırıyor.
Bilinenler arasında daha önce de önemle belirttiğimiz gibi; son yıllarda deniz taşımacılığı ve petrol bulunma ihtimalinin artması Kıbrıs’a yeni bir pencere açtırıyor.
Kerkük-Yumurtalık hattıyla akan 60 bin varil petrole, Bakü’den yola çıkan 50 bin varil de eklenince günde 110 bin varil petrolün güvenli bir şekilde dağıtım işlemi ortaya çıkıyor.
Ceyhan’dan dünyanın dört bucağına, büyük çoğunluğu deniz yolu ile dağıtılmakta olan petrol, hatta gazın öncelikle Kıbrıs’ın Kuzeyi’nden geçen tankerlerin güvenliği, adanın önemini adeta kanıtlıyor.
Tekrarlamak gerekir ki, uluslararası destekli Rumların en büyük hedefinin, Kıbrıs Türk halkını soykırımdan koruyan Türk Ordusu’nun adadan ayrılmasını sağlamak olduğu da biliniyor.
Ne var ki bu “hassas” durum Türk medyası tarafından bile pek dillendirilmiyor.
Hatta, zamanla Kıbrıs’a vizesiz gidilemeyeceği dahi akla getirilmiyor.
Ayrıca, sütunumuza bir bölümünü alacağımız Financial Times gazetesinde yayınlanan bir haberde ilgi çekici bilgiler yer alıyor;
Haberde görüşlerine yer verilen Yunan uzman Philippos Savides, “Kıbrıs’ta bankaların çöküşü ve kurtarma kredileri, toplumu çok kötü sarstı. Şimdi daha çok insan çözümün yeniden, inşaat ve doğal gazın çıkartılmasına dayalı ekonomik büyümenin katalizörü olacağını düşünüyor” diyor.
Haber şöyle devam ediyor;
Adada ilerleme kaydedilmesi Ankara AB üyeliğine yeniden odaklanmış ve İsrail’den doğal gaz satın alabileceğini açıklamışken, Kıbrıslı Türklerin arkasındaki bölgesel güç Türkiye için de çok önemli bulunuyor.
“Şu anda iki mesele de Kıbrıs sorunu yüzünden karmaşıklaşıyor” iddiasından sonra, şu görüşler de dikkati çekiyor:
“35 müzakere başlığının 14’ü Kıbrıs sorunu yüzünden açılamıyor.
İsrail ve Türkiye arasındaki bir doğal gaz boru hattı da mantıken Kıbrıs karasularından geçiyor ve bu hatta Kıbrıs’ın kendi ürettiği gaz da bağlanabilir.”
Kısacası, beklenmedik girişimler, gerek ABD ve gerek AB’nin; bunalım halindeki AKP hükümetinden Kıbrıs sorununda da büyük tavizler kopardığı anlaşılıyor.