Kerkük’e girilseydi...
Başbakan Recep T. Erdoğan işin vahametinin farkında mı değil, yoksa efsunladığı kitleleri bir arada tutabilmek için -Yozgat ağzıyla söylersem- o dağelden mi geliyor, tam kestiremiyorum.
Irak’ta da, Suriye’de de Türkler yaşıyor... Oraya herhangi bir sebepten gitmiş Türkler değil; Selçukluların ve sonra Osmanlıların bakiyesi. Özelde Türkmen denebilir ama genelde Türk demek gerekir. Türkmen ayırımı, zamanında İngilizlerin bir oyunu idi. Parçalama taktiği. Sonra Saddam ve Hafız Esad Türkiye bağlantısı olmasın diye İngiliz taktiğini sürdürdüler.
İster Türkmen, ister Türk deyin... O insanlar bizim bir uzvumuz. Bizden başka tutunacak dalları yoktur.
Önceleri Türk doktrininden bahsetmiştim. Irak’taki, Suriye’deki yerli Türklerden biz sorumluyuz. Onların gözyaşları bizim burun direğimizi sızlatır.
Herkes tarihin bir sayfasını evirip çeviriyor, Musul-Kerkük üzerine yorumlar yapıyor.
Kimse o defter kapandı, demesin. O topraklar Türklerin...
O toprakların Türkiye’ye katılması için mutlaka fırsat gözetilmelidir.
Turgut Özal’ın, 1991’de, Birinci Körfez Savaşında Musul ve Kerkük’e girmek istemesine, üstelik araları hiç hoş olmayan bir tek Alparslan Türkeş destek vermiştir. Türkeş’in Turgut Özal’a gönderdiği mektubu her ikisinin ölümünden sonra “Alparslan Türkeş ve Liderlik” te yayınladım. “Büyük” veya “amiral” diye anılan gazetenin, bir muhabiri benimle konuşmuş ve mektubu sürmanşete çekmişlerdi. Meselenin öneminin farkına varan varıyor.
Zamanın Genelkurmay Başkanını bile istifa ettiren Musul ve Kerkük’e girme arzusuna “macera” diyebilir miyiz?
Girmedik ve orada yaşayan milyonlarca insanı katillere teslim ettik. Barzanîciler, “Biz Kerkük’ü ele geçirdik.” diye sevinmesinler. Her hâlukârda çekileceklerdir.
IŞİD denilen “Allah’sızlar”ı suçlasak ne olacak... Onlar, tıynetlerine uygun hareket ediyorlar.
Ne istiyorlarsa vermek zorundasın. Bir hata işlediniz, bu hatanın bedelini milletçe ödeyeceğiz ve razıyız ey AKP iktidarı! Yeter ki insanlarımız yuvalarına dönsünler. Sonra elbette bu millet sizinle hesaplaşacaktır.
Irak’taki yeni durumla ilgili Dışişleri Bakanlığı’nda çoklukla bakan yardımcısı Naci Koru konuşuyor. İyi ki o konuşuyor. Hele Dışişleri Bakanı ağzını hiç açmasın... Eğer vatandaşlarımızın başına bir menfî hâl gelirse birinci derecede hesap vermesi gereken R. T. Erdoğan’sa ikinci derecede Ahmet Davutoğlu’dur.
Naci Koru’yu bir Arap ülkesinde elçiliğimizde daha ikinci kâtipten tanıdım. Kendi ülkelerinde bürokrasinin “bukra” larından bıkmış insanların, elçilikteki işlerini, onların dillerinden konuşmaya çalışarak hemen hallediyor ve büyük takdir topluyordu.
Naci Koru, özel statüye sahip olmasına rağmen peşmergelerin “korumaya” (bunun adı “işgaldir”) aldıkları Kerkük’ün durumunu yakından takip ettiklerini beliriyor ve bir şey daha söylüyor: Türkmenlere Erbil Konsolosluğu aracılığıyla yardım sağlanıyormuş ve bu yardım da “bölgedeki Türk güvenlik güçleri” aracılığıyla yapılıyormuş. Demek ki, cephe açmadan da güvenlik güçleri sokulabiliyormuş.
Kerkük ve çevresinin Barzanî güçlerinin sahiplenmesi kesinlikle engellenmelidir.
Cumhurbaşkanlığı tartışmaları sürerken, asıl mesele unutturulmamalıdır.