Kar kırmızısı vahşet, faili belli ölüm!..
Yaşama, umuda doğru kaçarken arkada bırakılan hazin manzara aslında hiç değişmiyor; mazlumların isyanları, bitmeyen bombalar, susmayan kurşunlar ve her zamanki gibi dinmeyen çığlıklar...
Akbabaların havada ölüm aradığı, çöllerin ve dağların minik bedenlere mezar olduğu topraklarda zulüm yaz-kış demeden ne yazık ki eksilmiyor...
Kaç yaz geçti kanlı işgalin "bahar" diye yutturulan tiyatrosunun üzerinden?.. Kaç çocuğun gözyaşları düştü çıplak tenlerinden damlayan kanlı terlerinin üzerine?..
Onların; yani, sınır boylarımızda kargaşa yaşayanların, özellikle de masumların yaşadığı vahşetin görüntüleri birbirine çok benziyor;
Uzakta kurşun sesleri, kamplarda feryatla ağlamak!.. Sütünde ölüm korkusu olan bebekler ve her zamanki gibi canlarından kopanlara siper olan zavallı ve çaresiz anneler...
Çok yaz geçti sınır telleri mayın kokan Suriye'nin üzerinden...
Son 6 yıldır her zamankinden çok daha sıcak yazlar yaşadı oraları... Bombaların bulutlara hükmettiği, güneşin kurşun sesleriyle titrediği sarı yazlara da mahkum oldu işgal ve iç savaş toprakları...
Evet; ölümün yazı ya da kışı yok ne çare?.. Çok insan öldü son altı yazda... Belli ki yarım milyonu aştı toprağa düşürülen masumların sayısı...
Peki ya, zemheri soğukların uçsuz bucaksız çölün ortasında, naylon çadırları buzdan camlara çevirdiği bir coğrafyanın ölüm kusan "kış"larına ne demeli?..,
Ne demeli, kan kırmızısı ölümlerden, kar beyezı kefenlere mahkum edilenlerin biçare hallerine?..
***
Çığlığı buz kesmiş masumlar!..
Gecenin yarısında ölümden kaçmak isterken, ölüme yakalanacaklarını bile bile yola çıkanların macerasıdır bu son acı hikaye...
Gece karanlık, hava zemheri, gökyüzünde kızıllığa mahkum olmuşçasına ölüm renkleri!.. Her köşede barut kokusu, her an kurşun sesleri ve her zamanki gibi ölüme isyan eden mazlumların çığlıkları!..
Ve o gece; sokakta ölüm, meydanda ölüm, köyde ölüm ve komşuda ölümlerin artık isyana dönüştüğü o gece var ya, adı belirsiz o adam yanına eşi, çocukları ve yakınlarını da alarak şiddetin artık sıradanlaştığı Suriye köylerinin birinden yola çıktılar...
Uzaklara doğru yürümüşlerdi... Gökyüzünü kurşun ve bombaların ısıttığı topraklardan çok uzaklara; yani sözde huzura ve yaşamaya!..
Yürüdüler ve durmadan yürüdüler... Bembeyaz kar yığınları, önlerini kapatan tipi, kan donduran soğuk ve buz tutmuş nefesleriyle, sıcak tutmaya çalıştıkları umutlarına yürüdüler...
Amaçları sınırı geçerek, 360 bin kadar insanın kar altında yaşadığı Bekaa Vadisi'ndeki sığınmacı kampına ulaşmak ve en azından güven içinde olabilmekti!!!
Gece zemherisi buz tutmuş kılıçlar gibi tenlere işlemeye başlayınca umut yolcuları artık sendelemeye başlamıştı... Ve ne yazık ki çölün buz tuttuğu bir yolda, yavaş yavaş geride kaldı kimileri...
İşte o eziyet yolunda en çok acıyı ağlamaklı sesleri artık buz tutmaya başlamış, çığlıkları çatallaşmış minik çocuklar çekti...
Ve tabii ki, çocuklarını ellerindeki çaputlarla ısıtmaya çalışırken uçsuz bucaksız çöllerden karlı dağlara doğru, umut yoluna revan olmuş mazlum anaları...
***
Don tutmuş Truva tuzakları!..
İç savaş ülkesi Suriye'den Batı'daki Lübnan'a geçmeye çalışan göçmenlerden bazılarıydı onlar... Adlarını kimse öğrenemedi...
Gazetelere yansıyan haberin başlıkları ise tıpkı daha önce yaşanan vakalarda olduğu gibi değişmedi, "Göçmenler karlı sınırda donarak öldü!.."
Lübnan medyası, aralarında çocukların da olduğu on kişinin donmuş cesetlerinin ülkenin güneyindeki Mesna'da bulunduğunu yazdı...
Ve o hazin haberin yanında duran fotoğraflar yalnızca donmuş insanları göstermiyordu... O haber, "bu insanlar, kimlerin ihaneti nedeniyle karlı bir ölümün tuzağına sürüklenmek zorunda kaldı" sorusunu da fırtınadan savrulan bir şamar gibi suratlara çarpıyordu!..
Özellikle; kar üzerinde kaskatı kesilmiş bir ana, bir baba ve bir de masum yavruyu yanyana gösteren hazin fotoğraf emperyalizmin dayattığı vahşetin perde arkasını da yansıtıyordu...
Hele de; yaşamın son beyaz görüntüsüne kilitli halde, ölürken açık kalmış gözleriyle o masum çocuğun dehşet verici fotoğrafı adeta katilini de işaret ediyordu!..
O ana, baba, çocuk ve 7 yakınları, Suriye- Lübnan arasındaki en büyük sınır kapısının yakınlarındaki kampa yetişemeden soğukta donarak can vermişlerdi...
Türkiye'nin ardından en fazla Suriyeli'ye ev sahipliği yapan Lübnan'daki kamplara sığınmaya çalışırken başkaları da ölmüştü karlı yollarda, viran dağlarda;
Aralık 2013'te; 4'ü yeni doğan bebek, 5'i çocuk olmak üzere 9 kişi aşırı soğuklar nedeniyle yaşamlarını yitirmişti...
Ocak 2015'te; şiddetli soğuk nedeniyle Lübnan ve Suriye'de 24'ü çocuk 36 kişi can vermişti...
Ve kimbilir Suriye'deki vahşetten kaçarken yollarda, kamplarda can veren, ancak dramları medyaya yansımayan niceleri...
Kanın artık "kar"a da karıştığı coğrafyadır Suriye...
Ancak; hiçbir ölümün faili meçhul olmadığı o topraklardan kaçmaya çalışırken, vahşetin don tutmuş tuzağına düşürülen masumların katillerini de herkes çok iyi tanıyor;
Sıcak rant karargahlarında, kan üzerinde harita çizen barbarlar ve onların gaflet-dalalet ve hatta hıyanet içinde olan Truva kısrağı taşeronları!.. Sizin de nefesinizin kar tuttuğunu göstermeyen düzene yazıklar olsun!..