Kabataş sendromu
Başından beri, Kabataş’ta çocuğuyla birlikte dikilen “başörtülü” genç hanıma bir saldırı olduğuna inanmadım.
Kim, niçin saldırsın? Başörtülü olduğu için toplu saldırı mümkün değil; münferit saldırı olur. Bazı densizler başörtülülere fiilî tavır sergileyebilirler. Başörtülü hakkında, dindardır veya şu cemaate, şu partiye bağladır diye hüküm veremezsiniz. Cemiyetimizde “düşman” idrâki farklı farklı... Senin tarafında değilse, senin görüşünü savunmuyorsa, düşmandır!
R. T. Erdoğan, sühûletle geçiştirebileceği, hatta sahiplenerek ön alabileceği bir meselede, var gücüyle hücumu seçti, olmadık iddialar serdetti; kesin ve keskin hatlar çizip halkı birbirine karşı kışkırttı.
Gezi İsyanı’ndan bahsediyorum. Kabataş’taki “gulyabaniler”in(!) o hanıma saldırısı da isyanının başladığı gündür.
Gezi İsyanı’nda başörtülüler, başörtüsüzler el ele, yan yanaydı. Bir ayırım yoktu. Cemiyet bu ayırımı bence çoktan aştı. Sonra benim küçük ve hanımla ben de gittim. Kimse kimsenin umurunda değildi; gazeteci tecessüsüyle Gezi Parkı’nı başından sonuna gözlemledim. Kimse bize yanımda başörtülü var, diye farklı bakmadı; ikrama bile davet ettiler.
Başörtüsü kâbusu bir dönemdi. R. T. Erdoğan, hâlâ başörtüsünü, tekelinde tutmak, ondan nemalanmak istiyor. Sanki yalnız kendisi gibi düşünen başörtülülerin ve imam hatip liselilerin başbakanı!
Başörtülülerin üzerine gelindiğinde ben de hak ihlâllerine karşı çok yazdım. Şimdi düşünüyorum; “başörtüsü” neyi ifade ediyor? Bunu tartışmak lâzım.
Kabataş’ta görüntüler yayınlandı. Saldırı olmadığı açık... Belki başka bir sebepten itiş kakış olmuştur; doktor raporları da zaten geçici morluktan bahsediyor. “Zarar gören” hanımın iddiası gibi bir saldırı olsaydı, bir hareketlilik görülürdü. Herkes kendi yolundaydı.
Gelin hanımın iddiaları karşısında, daha önce bir yazımda Yusuf suresini özetlemiş ve şunu demiştim:
“Kadının da erkeğin de şer tarafı vardır. Bazı anlar olur ki, kadının şerri baskın gelir.
R. T. Erdoğan’ın diline doladığı İstanbul Kabataş’ta, acayip görünüşlü 100 dolayında adamın akıl almaz işkencesine uğrayan ’başörtülü gelin’ meselesi açıklığa kavuşmamıştır ve açıklığa kavuşturacak olan da hâdisenin içindeki o hanımdır.
Hanımefendi vebal altındadır. Herkesin karşısında her şeyi açık anlatmalıdır: Ne olmuştu? Yoksa ‘[Kaale innehu min keydikunne inne keydekunne azîm (‘Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır.] Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.” [Yusuf, 12/28] denilecektir.” (“Gelin doğruyu söylemeli”, Yeniçağ, 31 Temmuz).
R. T. Erdoğan’ın at gözlüklü danışmanları, bir kere olsun “patronlarına” bir iyilik etsinler, yazımın çıktısını önüne koysunlar!
O yazımda kadının ve erkeğin “şer tarafı”ndan bahsederken, önce “kadının buhran anı” demiş, ama depresyona girdiği söylenen genç hanımın üzülmemesi için cümleyi değiştirmiştim.
Şimdi açık yazıyorum: Meseleyi psikologlar çözmelidir. Bir anlık buhran maazallah büyük savaş çıkaracaktı.
R. T. Erdoğan hâlâ önceki sözlerini tekrarlıyor. Biteviye camide içkiden, öpüşmeden bahsetmesini kendisi için hayra yormuyorum! Bu tavrını da psikologların ve sosyologların değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.