İsyancı Said'i bölüşemiyorlar (3)
Hem Ak Parti'nin, hem HDP/PKK'nın sahip çıktığı Şeyh Said, bölücülük hurucuyla emperyal güçlere, hususiyetle İngilizlere hizmet etmiştir.
13 Şubat 1925'te, Şeyh Said isyan başlattığında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Esas Teşkilat Hukuku'nun (Anayasasının) 2. maddesinde "Türkiye Devleti'nin dini, din-i İslâmdır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir." deniliyordu.
Yine aynı anayasanın 26. maddesinde, TBMM için, şu hükümler bulunuyordu (Sadeleştirilmiştir.):
"Kanun koymak, kanunlarda değişiklik yapmak, kanunları yorumlamak, kanunları kaldırmak, devletlerle sözleşme, andlaşma ve barış yapmak, harp ilân etmek, devletin bütçe ve kesin hesap kanunlarını incelemek ve tasdik etmek, para basmak, inhisar ve malî taahhüt sözleşmelerini ve imtiyazları tasdik ve feshetmek, umumî ve hususî af ilân etmek, cezaları hafifletmek ve değiştirmek, kanunî soruşturmaları ve kanunî cezaları ertelemek, mahkemelerden çıkıp kesinleşen idam hükümlerinin infazı gibi vazifeleri bizzat kendi ifa eder."
Yani ne yapılacaksa TBMM yapar, yani "tek adam" karar veremez, deniliyordu.
Nutuk'u inceleyenler göreceklerdir: Bütün konular, Meclis'te görüşülmüş, Meclis'te tartışılmıştır.
Ülkenin başında, Millî Mücadele'yi zafere ulaştırmış bir Cumhurbaşkanı vardı.
Siyasî hayata, 17 Kasım 1924'ten itibaren milliyetçi, hürriyetperver ve muhafazakâr değerleri programında mezcetmiş Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası namında bir muhalif parti katılmıştı. Kâzım Karabekir Paşa liderliğinde Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay gibi Millî Mücadele'nin efsanevî isimleri Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya muhalefet ediyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın eriyişini engellemek için İsmet Paşa'nın yerine Fethi Okyar'ı getirmek durumunda kalmıştı.
İsyanın patlak verdiği ülke "tek adam" rejimiyle idare edilmiyordu. Millî devlet kimliğini, çok partili demokrasinin sunduğu müzakere ortamında inşa çabasındaydı.
Meclis, her konuda anayasadan aldığı yetkiyi titizlikle kullanıyordu.
Muhafazakâr kesimin sözcüsü Tevhid-i Efkâr'dan, inkılâpçı münevverlerin toplandığı Hâkimiyet-i Milliye'ye kadar uzanan geniş bir yelpazede basın hürriyeti vardı. (Aytekin Ersal, Şeyh Sait'ten Dersim'e Cumhuriyet'in Şark Meselesi, Tarihçi Kitapevi, s. 57 vd.)
Şeyh Said, İslâmî kimliğini anayasasında açıkça belirtmiş, demokratik müzakere zeminini sonuna kadar açmış, ahkâm-ı şer'iyenin (şer'î hükümlerin) uygulanmasını TBMM'nin uhdesine bırakmış olan millî devlet kimliğine şu fetvayla isyan etmiştir:
"Kurulduğu günden beri din-i mübin-i Ahmedî'nin temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal ve arkadaşları Kur'ân'ın ahkâmına aykırı hareket ederek Allah ve Peygamber'i inkâr ettikleri ve Halife-i İslâmı sürdükleri için gayrimeşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerine farz olduğu, Cumhuriyet'in başında bulunanların ve Cumhuriyet'e tâbi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrâ-yı Ahmediyye'ye göre helâl olduğu…" (Aytekin Ersal, s. 49.)
Sözüm ona fetva! Vahametini görüyor musunuz? (Sonu yarın.)