İstanbul kabadayıları
Babamın okuma tutkusu müthişti. Yerli yabancı hiç fark etmezdi. Önceliğinde ise tarihî olanlar vardı. Üç Silahşörler, Monte Kristo ve Refiî Cevad Ulunay'ın Sayılı Fırtınalar'ı gibi. Böylece benim roman ve anılarla tanışmam erken yaşta oldu. Bugün konum Kabadayılar. Hani Osmanlı dönemiyle parlayan babayiğitler. Bilek gücü kadar, lafları da dinlenen "mahalle ağaları"na kabadayı denmesi gelenekti. Her semtin bir dayısı vardı.
Ağır başlı, saygılı, kötülere tavırlıydılar. Anlaşmazlıkları Racon'la çözerlerdi. Ağızlarından çıkan emir telakki edilirdi. Kendilerini bölgelerinin düzeninden sorumlu sayarlardı. Genç kız ve kadınları korurlardı. Önem verdikleri diğer konuysa gençleri zararlı maddelerden uzak tutmalarıydı. Bunlar Tulumba Ocaklarında çalışırlardı. Buraların Ağası ya da Reisi olurlardı. Mahallenin önde gelen kişileri tarafından korunup, kollanırlardı. Silah taşımaz, gerektiğinde yumruklarını konuştururlardı. Bu özellikleri onları bıçkın, zorba ve külhanbeylerden ayırırdı. Ne zaman ki silah taşımaya başlayıp kötü işlere bulaştılar olay çığırından çıktı. Kısa sürede saygınlıklarını yitirdiler. 19. Yüzyıl sonlarında sayıları giderek azaldı ve ortadan kalktılar.
Özel kıyafetleri
Kabadayıların kendilerine has giyim tarzları vardı. Pantolonları bol paçalıydı. Asla yeleksiz dışarı çıkmazlardı. Yüksek ökçeli -yumurta topuk- ayakkabılarının arkasına basıp yürümeleri gelenekti. "Kırlangıç Ense" denilen şekilde saç kestirirler ellerinde mutlaka tespih bulundururlardı. Ceketini tek omuzuna atmış bir eli kuşağında eğilerek gelen kişi hemen tanınırdı. Bu tipleri artık sadece Şener Şen filmlerinde görüyoruz. Örneğin Şekerpare'deki Galatalı'yı. Lüküs Hayat Opereti'ndeki müthiş tipte.
Günümüzden birkaç isim
Eski Ağır Suç Masası Amirlerinden Ahmet Ateşli'yi sıkça ziyaret ederdim. Çünkü orta öğretim dönemimde velimdi. Az fırçasını yemedim. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Sirkeci'deki Sansaryan Han'daydı. Geleneksel ziyaretlerimden birinde masasının önündeki sandalyeye oturdum. Sohbet ederken, diğer bölümü görebiliyordum. Sert bir şak sesiyle birlikte "aaah" diye bağırtı yükseliyordu. Uzanıp baktım adı kabadayıya çıkmış biri falakada. Bu kişi sonraları bir ses sanatçısıyla evlendi. Bunca yıl geçti, yine hapiste. Ahmet Abi'ye döndüm "Kabadayıyı ne hale getirmişsin" dedim. Cevabı sert oldu; "Senin sözünü ettiğin kabadayıların elini öperim. Bu it oğlu it!".
İki gerçek zamane kabadayısı
12 Eylül 1980 darbesi sonrası Dündar Kılıç'ı tanıdım. İhtilalcilerin topladıkları arasında o da vardı. Gazetedeyim. Telefon geldi. Sevdiğim, saydığım bir büyüğüm aradı ve "Senin çevren var. Şu Dündar'a yardımcı ol" dedi. Sonra ilave etti; "Kabakoz'da" -Beykoz yakınlarında-. Önce geçiştirdim. Ama bir süre sonra telefonla arayan karşıma dikildi; "Burhan lütfen ilgilen. Biliyorsun adamın reklam şirketi var. Tüm gazino ilanları ondan geçiyor". Neyse, eğrisi doğrusuna geldi. Kılıç'ı oradan aldık. Bir gün ziyarete geldi teşekkür etti. Koskoca adamın karşımda düğme iliklemesi, sigaramı yakmaya çalışması ile sıkıldım. Gel zaman git zaman Dündar Kılıç'ın göz kanseri olduğu ve hastaneye yattığı söylentisi yayıldı. Medya Çapa'da nöbet tutmaya başladı. Kimseyle görüşmüyor. Ben de bir arkadaşımı yolladım. Gitti. Yarım saat sonra telefon etti; "Abi kimseyi kabul etmiyor" dedi. "Git korumalarına söyle, beni Burhan Ayeri yolladı desinler" karşılığını verdim. Bir saat sonra bizimki döndü ve "Filmleri banyoya verdim. İş tamam. Sana da hürmetlerini bildirdi" diye konuştu. Dündar Kılıç son yılların gerçek kabadayılarındandı. Vefatına kadar hiçbir iyiliği unutmadı.
Bir başkası
atv'de haftanın beş günü evlilik programı yapan Esra Erol'un kayınpederi Kürt İdris'i -Özbir- tanıyışım tesadüf sonucuydu. Şimdilerde 5 yıldızlı otel olan Sultanahmet Cezaevi'nin jandarma komutanı arkadaşımdı. Yedeksubaylığım dönemimde tanışmıştık. Israrlı davetlerine dayanamayıp ziyaretine gittim. Sohbet ederken "Kürt İdris bizde yatıyor" dedi. Cevabımı beklemeden, bir astsubaya emir verip getirtti. Adı kabadayıya çıkmış İdris Özbir'le epey sohbet ettik. Ayrılırken "Benden bir isteğin var mı?" diye sordum. O da sigara işareti yaptı. Dışarı çıktığımda arabamın torpido gözündeki üç paketi yolladım. Aradan bir ay geçmeden gazetenin müracaatından arandım. "İdris Bey size bir koli yollamış. Gelir misiniz?" dediler. İndim, ceket ve kravatlı iki şahıs "Abinin selam ve hürmetleriyle" deyip büyükçe bir paketi işaret ettiler. "Bu nedir" deyince "sigara" karşılığını aldım. Ambalajı yırtınca ortaya bir baks Amerikan sigarası çıktı. "Geri götürün ve teşekkür ettiğimi söyleyin" deyince ellerime yapıştılar. "Abi biz bunu nasıl söyleriz" diye feryat etmeye başladılar. Ben de çaresiz elli karton sigarayı onların gözü önünde gelene-çıkana dağıttırdım. Anlayacağınız bugün bir başka Zamane Kabadayısı Kürt İdris de rahmet istedi.