İsrail savaşmıyor, savaştan kazanıyor!
İsrail, bölgede hacmine göre özgül ağırlığı en fazla olan ülkedir.
Proaktif, stratejik ve sonuç odaklı düşünenlerin yönetiminde İsrail, İslam dünyasını kasıp kavurmaktadır.
Olayları dolaylı olarak istediği istikamete sürükleyebilmekte, çoğu zaman gölgede olanı biteni izlemekte olmasa da doğrudan müdahale ederek sürecin önüne geçerek olayları yönetmektedir.
Orta Doğu'da İsrail'in arkasında ya da önünde olmadığı hiçbir siyasi ve askeri olay yoktur.
Büyük Orta Doğu'da meydana gelen her olayın kalıcı olabilmesi için tek bir ölçütü vardır o da bu gelişmenin İsrail'in çıkarlarına hizmet edip etmediğidir.
Kürtler İngiltere ve İsrail için ne ifade eder?
Birinci Dünya Savaşı sırasında Lavrence ve Getrude Bell gibiler için Araplar neyi ifade ediyorsa bugün Kürtler de İsrail için onu ifade ediyor.
İsrail'in çıkarlarına hizmet ettiği sürece kullanılan etnisitenin ya da mezhebin önemi yoktur.
Bölgede İsrail ya da genel olarak Batı hâkimiyeti, İslami güçlerin birbirine karşı kullanılarak güçten düşürülmesi ya da küçük ünitelere bölünerek kontrol altına alınması esasına dayanmaktadır.
Kürtler bu manada İsrail ve Batı için paha biçilmez değerdedir.
Güçten düşür, küçült ve kontrol et Batılı Emperyal güçlerin başından bu yana uyguladıkları stratejidir.
Bugünün İsrail'in Kürtler üzerinden yapmaya çalıştığının aynısını dün İngiltere ve Rusya yapıyordu.
Müsteşar Hohler, 27 Ağustos 1919 günü Londra'ya gönderdiği raporda; "Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Kürtlerin ve Ermenilerin durumları beni hiç ilgilendirmez..." diyordu.
28 Kasım 1919 günü Mr. Kidston ise Londra'ya gönderdiği raporda; "Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir." ifadeleri yer alıyordu.
Bugün de aynı şeyi İsrail yapıyor.
Önce Arap sonra İslam Dünyasının parçalanması!
İsrailli Oded Yinon, "Arapların arasındaki her çeşit münakaşa kısa vadede bize yardım edecektir ve Irak'ı, Suriye ve Lübnan'daki gibi küçük parçalara bölme amacına giden yolumuzu kısaltır".
İsrail doğal olarak önceliği kendisine komşu Arap ülkelerine vermektedir. İsrail, Arap komşularını birbiriyle çatışan, ihtilaflı ve sorunlu hale getirerek dikkatleri kendi üzerinden birbirlerinin üzerine çekmelerini sağlamaya çalışmaktadır.
Sonra İsrail, İran/Irak savaşı gibi İslam ülkelerinin kendi aralarındaki ihtilafları sıcak çatışmalara dönüştürmesini elini ovuşturarak beklemiştir.
Netanyahu, aynen şunu ifade etmiştir: "Tel Aviv'in arzusu, Sünni ve Şii Müslümanların birbiriyle savaşmalarıdır. Şii ve Sünni Müslümanlar birbirlerini güçsüz düşürdüklerinde, İsrail hesabı toplamak için orada, olacaktır."
İsrail'in ihtiyacı ve stratejisi
İslam ülkeleri arasında vuku bulacak savaş, çatışma ve terör İsrail için ontolojik bir ihtiyaçtır.
DAEŞ ya da PKK gibi örgütler hiç olmasa bile İsrail onları var etmek zorundadır. İsrail'in varlığı ve bekası buna bağlıdır.
Büyük İsrail'in her şeyden fazla mega ihtilaflara, çatışmaya, savaşa ve terörizme ihtiyacı vardır.
İsrail sanıldığının aksine düşmanlarıyla savaşarak değil, düşmanlarını birbirine karşı savaştırarak zafer kazanmaktadır.
Sun Tzu'nun felsefesini her milletten daha çok İsrail bir var olma stratejisi olarak uyguluyor.
"Yüz zaferin yüzünü de savaşarak kazanmak hüner değildir, savaşta hüner düşmanın direncini savaşmadan kırabilmektir... Muzaffer savaşçılar önce zaferi kazanır, sonra savaşır; mağlup savaşçılar ise önce savaşa girer, sonra da zaferin yolunu arar. En iyisi savaşmadan kazanmaktır."
Suriye'de, Mısır'da ya da Irak'ta İsrail'in savaşmadan zafer üstüne zafer elde etmesi uyguladığı akıl yüklü strateji sayesindedir.
Orta Doğu'da herkes birbiriyle savaşıyor, İsrail savaşmıyor, savaştan kazanıyor!
Zafer için İsrail kadar akıllı olmak yeterlidir.