İsmail Saymaz'ın Çay Güzeli

Ünlü bir sahaf sözü vardır: "Kitap sahibini bulur"...

Okuyacak kitabım kalmamış, girmişim kitapçıya, baktığım ilk rafta en önde o kitap "Al beni, götür" demekte. Adı "Çay Güzeli", yazarı İsmail Saymaz, yayınevi İletişim...

Aldım. İsmail Saymaz'ı gazeteci olarak bilirdim de, öykü yazdığını bilmezdim.

Öykü yazmış ya, kendini (öyküleri daha önce dergilerde yayınlanmış olmasına karşın) edebiyatçıdan saymıyor "Ben edebiyatçı değil, gazeteciyim" deme gereğini duyuyor. E peki gazeteciden edebiyatçı olmaz mı? Anlatı yavanlığını aşamaz, 5 N 1K mutlakalığından sıyrılamaz, kendi yorumunu katmama tembihatına yeri geldiğinde isyan edemezse, olamaz elbette. Ancak, İsmail Saymaz'ın yazdıkları kesinlikle edebi ürünler, üstelik gazeteciliğinin bu edebi ürünlere katkısı büyük. Gazeteci iyi gözlemcidir, öyküsü çoktur, ayrıntı kaçırmaz, neyi sorgulayacağını bilir, çelişki ve ilişkileri araştırmak durumundadır, yoksa çözümleme yapamaz. İşte bunları öyle her edebiyatçıda bulamazsınız, olan edebiyatçı da iyi ve farklı olur, İsmail Saymaz gibi.

Kitabını iki bölüme ayırmış Saymaz, ilk bölüm kendisi ve ailesi ile ilgili. Kendi deyimiyle Ovit Dağı'nın iki tarafından da öyküleri var. Erzurum İspirli bir ailenin çocuğu, geçim derdi göç ettiriyor dedesini Rize'ye. Yükler taşıyor dede, ekmeği de geleceği de yüklerden çıkıyor, yüzü de ak çıkıyor bu işlerden. Sonra torun İsmail... O da yoksullukla büyüyor, fakat yaramaz olduğu kadar da zeki bir çocuk, okuyor, yazıyor.

Ve çok şaşıracaksınız yolu bir gün Rize Ülkü Ocaklarına düşüyor, bu düşme onu "İsmail Reis"liğe kadar götürüyor. Ülkücü Hareket hangi düşünsel kırılmaları, savrulmaları, çelişkileri yaşamışsa hepsini yaşıyor ve bir gün İsmail Reis'i koyup Rize'de, gazetecilik okumaya gidiyor büyük şehre, yeni okumaları vardır, artık soldadır.

İsmail Saymaz'ın şiir de yazdığını öğreniyoruz bu kitabından, dolayısıyla üslubunda şiirsellik var, ironi var, bu ironide İspirli olmanın, Rize'de büyümenin etkisi büyük elbette. Hiç kaçırmamış bu bağlamdaki söz ve olayları, depolamış belleğine, söz gelimi hacca gidip gelen dedesi oradan getirdiği dürbünsel bir araçtaki görüntüleri onlara gösterip "Ahan burasi Mescid-i Haram, bura da Arafat Daği... Aynı bizim Erzurum" diyormuş.

İspirli Deli Yalçın'ı da öykülemiş İsmail Saymaz, belleğimde en çok yer eden tip de bu Deli Yalçın oldu. Deli Yalçın "Rize Kalesinin Son Fatihi", Rize'nin ticari zekâlıları "Orada ne olur ki?" diye burun kıvırırlarken, o ısrarla orasını belediye başkanından isteyip alıyor, kaleyi onarıyor azar azar, çay ocağı kuruyor oraya, çay bahçesi açıyor ve bir de "niyet kuyusu", para atacaksın, niyetin olacak. Ve şenleniyor kale. Sonra kıskançlıklar "Bir İspirli nasıl sahip olur kalemize" tavırları. Kale elinden alınıyor, şehirde bir büfe veriyorlar Deli Yalçın'a. Gelgelelim Yalçın'ın aklı hâlâ o surlarda imiş.

Saymaz, yerel ağızları (hatta küfürleri bile) ustalıkla yerleştirmiş öykülerine, anlattığı ya da kurguladığı olaylar bir dönemin yaşanmışlıkları olmanın ötesinde; sosyal, ekonomik ve ideolojik tarih konumunda da. Yazılmasa kayıt dışı olarak kalacaktı bütün bunlar, unutulup gidecekti. Yarının aydını, araştırmacısı, meraklısı bunlarla bilecektir o yörelerin geçmişini.

Yazarın Diğer Yazıları