IŞİD’a lojistiği kim sağlıyor?

Yine ne yazık ki; Türk milleti hatta Türk dünyası, ard arda yaşanan yeni “gaflet” ve “dalalet” şokları içinde adeta kıvranıyor.
Önce, Diyarbakır’daki askeri garnizondan şanlı bayrağımızın gönderden indirilmesi, sonra da Musul’da yaşanan “yüz karası” olaylar karşısında “teessür” ve “endişe” ye kapılmamak elden gelmiyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiye kadar, belki de böylesine “trajik” bir duruma düştüğü ve “çaresiz” kaldığı hatırlanmıyor.
Gerçi yine Irak’ta, ABD güçlerinin bazı askerlerimizin başına çuval geçirmelerine seyirci kaldığımız da asla unutulmuyor.
Yazının kaleme alındığı saate kadar, Musul’dan her hangi bir iç açıcı bilgi veya haberin gelmemesi hıncımızı daha da arttırıyor.
Her şeyden önce, bu olayların bedelinin ödenmesi ve “ders” alınması gerekiyor.
En az iki-üç yıldan beri, işlenen hataların kefaretini ödemek birinci derecedeki sorumlulara düşüyor.
Yani öncelikle, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, milletinden özür dileyerek istifa etmesi bir beklenti oluyor.
Bu arada, Türk devletinin mutlaka yapması ve alması gereken önlemler de buluyor.
Bu öyle; yeni kararnameler çıkarmak, tayinler yapmak, komisyona havale etmek oyunları ile üstü örtünebilecek, sözüm ona “paralel yapıya” benzemiyor.
Mevzu bahis olan, şanlı bayrağımız, milletimizin ve devletimizin onuru olduğuna göre, sorumluluktan kaçmak asla mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin sınırları dışında kalan ve Suriye’de bulunan son toprak parçası “Süleyman Şah Türbesi”ni istila tehdidi ile kendini gösteren bu tehlikeye karşı alınmayan önlemler yüzünden, kanlı örgütün Musul’da boy göstermesini garipsememek icap ediyor.
Bu arada, “Süleyman Şah Türbesi”ni istila tehdidinin nasıl ortadan kalktığının “esrarı” da beyinleri kurcalıyor.
Eli kanlı (IŞİD) Irak-Şam İslam Devleti’nin “Süleyman Şah Türbesi”ni istila girişiminden sonra, ne çılgınlıklara girişebileceği ortada iken, hükümetimiz tarafından önlem alınmaması artık zihinlere takılıyor.
Üstelik, böylesi aşırı mezhepçi bir oluşumun verebileceği zararlar ortadayken, görmezlikten gelmek zaten gafleti çağrıştırıyor.
Oysa dünya; El Kaide’nin kendinden çok radikal gövdeli yavrusu IŞİD’ın yapısını çoktan beri hem biliyor, hem de endişe ile izliyor.
El Kaide, 2006’da Irak’ta Amerika’ya karşı yeni cephe açmak için Irak İslam Devleti’ni (IRİD) kuruyor.
Nusra Cephesi’ni ise El Kaide, Suriye için faaliyete geçiriyor.
IRİD 2011’de ani olarak Suriye’ye geçince şaşkınlıkla karşılanıyor.
Ve ‘Şam’ kelimesini de adına ekliyor.
Aslında, ‘Şam’ kelimesi Suriye, Ürdün, Filistin ve İsrail’i içine alan bölgeyi içeriyor.
IŞİD’i ‘orta Irak örgütü’ sayan El Kaide, Suriye’deki eylemlerinden rahatsız olup, tüm operasyonu Nusra Cephesi’ne devretmesini ısrarla istiyor.
Türkiye’ye hiç de yabancı olamayan IŞİD lideri Bağdadi’nin, El Kaide’nin bu isteğini ret ettiği sonradan anlaşılıyor.
Irak’ın Kuzeyi’nden Akdeniz kıyısına kadar bir “yay” gibi yayılmaya hevesli IŞİD, kısa zaman da çeşitli kanlı eylemlerle ismini ve etkinliğini duyuruyor.
Ancak zamanla, El Kaide ile IŞİD arasında bağlantı yeniden sağlanıyor.
Devreye, Saddam’ın taraftarları da “destek” vererek katılıyor.
IŞİD’ın kuzeydeki kentlerde özellikle kırsal kesimde faaliyet halinde olduğu bir süre gizleniyor.
Musul baskınında, hem dışarıdan hem de kentin içinde IŞİD militanları ortaya çıkıyor.
Irak askerlerinin bazıları kaçıyor, önceden “ikna” edilmiş bir bölümü de teçhizatları ve cephaneleri ile birlikte IŞİD saflarına geçiyor.
Böylece, istila gayet kolay gerçekleşiyor.
IŞiD’in beklenmedik baskın ve istilaları ile ilgili olarak, çeşitli çarpıcı tahmin ve yorumlar yapılıyor.
En çok, lojistiğini nasıl sağladığı önem kazanıyor.
Özellikle, hangi devletler, rejimler veya örgütler hatta istihbarat birimleri tarafından desteklendiği konusunda çelişkili bilgiler yağıyor.
Irak’ı üçe bölme dahil çeşitli komplo teorileri üretiliyor.
Büyük bir bilgi kirlenmesi yaşanıyor.
Kısacası, IŞİD dünyayı şaşkına çevirmiş bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları