İnsanlar ve kumrular

Pazar mavralarını başıma Hayri Köklü kardeşim sardı. "Ağabey, toplar kitap yaparız" lafını "havuç" gibi gösterince bu işe başladım. Doğrusu ne Reşat Ekrem Koçu, ne de Burhan Felek. Yine de 70 yaşın birikimiyle köşe dolduruyorum. Belleğime düşenleri yazıyorum. Pek çok yakın dostumun, "Şunu da kaleme al" demeleri yol gösterici. Bugün meslekdaşım ve uzun yıllar birlikte çalıştığım bir arkadaşımın isteğini yerine getireceğim. Erkan Yiğit, hayvan sevgisinde "Ömür Gedik'in erkeği"dir. Onun arzuladığı alana gireceğim. Tabi ki geçmişin İstanbul'undan örneklerle aktaracağım.

Farkında mısınız, bir zamanlar bu güzel şehrin sembolü sayılan kumruların sayısı hızla azalıyor. Bunun nedenleri belli. Salaş evlerin yok olması yuva kurabilme ortamını kaldırdı. Tahta aralıkların yerini beton bloklar aldı. Çok iyi hatırlıyorum, Fener'deki evimizin bir odasını kumrulara ayırmıştık. Getirdikleri çalı çırpılarla kurdukları yuvada pek çok yavru yetiştirdiler. Minikler palazlandıkça bizimle didişirlerdi. Elimizi uzattığımız anda kanatlarıyla vururlardı. Onların meydan okuyuşuna bayılırdık. Mecburi ihtiyaçlarını giderdiklerinde temizlik faslı anneme düşerdi. Hem söylenir, hem, "Camı aralık bırakmayı unutmayın. Aralık kalsın, hayvanlar rahat girip çıkabilsin" diye tembih ederdi. İlginç olan, evimizin kedileri de onların yanına yaklaşmazdı.

Kedi dedik ya, onlarla ilgili bir kaç hatıramı nakledeyim. Sanki sipariş gibi tamamı tekir ve benzeşenlerinden oluşurlardı. Tesadüfen damağında siyah "Peygamber Mührü" varsa bayram edilirdi. Sevgi gösterisinin başını Ata Nine çekerdi. Anlattığına göre; Peygamberimiz Cuma Namazı vaktinin geldiğini farkeder. Hayvanın uykusunu bölmemek için üstüne yattığı cübbesinin eteğini keser. İşte bu kedi, "ağzı mühürlü bir tekir"dir.

Sokak hayvanlarının doğurması semt sakinleri için önemli bir ritüeldi. Yavrular büyüyene kadar onlarla ilgilenecek ekipler kurulurdu. Anneye yiyecek, küçüklere süt verecekler programa bağlanırdı. Köpekler mahallenin çocukları tarafından paylaşılırdı; "Karabaş benim", "Yamalı surat senin.." denecek kadar. Şimdilerde her yerde gördüğümüz veteriner ve hayvan hastanelerinden koca İstanbul'da 2 tane vardı. Biri Saraçhanebaşı'nda, diğeri Sultanahmet'te. Günümüze bakıyoruz pek çok özel yerler mevcut. Pedikür-manikür ve kuaför dahil. Sahipliler buralara götürülüyor. Gariban sokak hayvanını düşünenler azaldı. Kuyruğuna taş bağlayıp denize atanlar türedi. Karnını deştiği kedinin görüntülerini sosyal medyadan paylaşan sadistlere de rastlıyoruz. "Bunlara niye bakıyorsun?" deyip hayvanseverlere saldıran ikiayaklıları çokça görüyoruz.

Hüzünlü bir anı

Polis-adliye muhabirliği gazeteciliğin ana dalıdır. Pek çok önemli yazar ve yönetici bu alanda çalışanlar arasından çıkmıştır. Enteresan olan, hayvanseverler de burada barınırdı. Fotoğraf makinalarını taşıdıkları çantaların bir köşesinde kedi-köpek maması bulundururlardı. Aralarından en ünlüsü "Kedici Selim Bey"di. Onun dramatik şekilde sona eren öyküsünü sizlerle paylaşacağım. Selim hiç evlenmemiş bir muhabirdi. Kazandığı parayı hayvanlarına aldığı yiyeceklere yatırırdı. Bir gün "ekonomik daralma" sebep gösterilerek işinden atıldı. Oturduğu binanın en üst katından atlayarak intihar etti. Sabah ölüsünü bulduklarında etrafında epeyi kedi bekliyordu. Üstünden bir mektup çıktı. Cebindeki son parayla ciğer alınmasını vasiyet ediyordu.

Yok olanlar

Zeytinburnu'ndaki deri fabrikaları taşındıktan sonra uzun süre gelincik-sansar görüntülerine tanık olduk. Hatta geç saatlerde deniz kıyısına geçip yiyecek arayanlar farkedildi. Büyük yıkım onların sonunu hazırladı. Kentsel dönüşüm, böylesi pek çok hayvanın metropolde neslini tüketti. Yazlıklarında kirpilerle yaşayanların anlattıklarını hatta yazdıklarını biliyorsunuz. Benim bölgemde kirpileri gördükçe mutlu oluyorum. Hele yavrularıyla birlikte dolaşıyorlarsa. Dilerim onların nesli yok olanlar listesine eklenmez. Yıllar yılı kafamı kaldırıp baktığım "çaylak yuvaları"nı görmek ise ayrı mutluluk. İyi ki eski tarihi mekanlar var. Yüksek ve kalın duvarlar içindeki asırlık çınarlar pek çok canlıya hayat eli. Bu ağacın döktüğü yapraklara dikkat edin. Tıpkı uluların ellerine benzerler. Hani derler ya; "El aldı çınardan"...

Yazarın Diğer Yazıları