İnsan hakları ihlalleri sürdürülemez
Almanya Cumhurbaşkanı Gauck, Türkiye’de otokrasiye gidiş, insan hakları ihlalleri, özgürlüklerin kısıtlanması, medyaya yapılan baskılar için “Beni korkutuyor” tabirini kullandı. Bu şartlar altında Alman sermayesi Türkiye’ye eskisi kadar sıcak bakabilir mi?
Elbette yalnızca Almanya değil, tüm dünya Türkiye’de demokrasiyi zedeleyen bu gidişattan hoşnut değil. Avrupa Birliği, dünya çapında işlevi olan birçok sivil toplum örgütü, Türkiye’deki yasaklamalardan ve son üç yıldır oluşmaya başlayan Hükümetin baskıcı kararlarından korkuyor.
Küreselleşme ile dünya insan hakları ve demokratik özgürlüklere karşı daha çok hassas hale geldi. Bu durum ülkeleri demokrasiye zorluyor. O kadar ki Kuzey Kore dışında, tam otokratik başka bir rejim kalmadı.
Global dünyada artık sağ-sol tartışması bitti... İnsan hakları ve demokratik özgürlükler ön plana çıktı. İnsanlığın, bu sürece gelinceye kadar geçirdiği tecrübelerin maliyeti çok ağır oldu. İnsanlar çok eziyet çekti.
Faşizm, nasyonal sosyalizm ve falanjizm gibi baskıcı ve insan haklarını çiğneyen akımların, özgürlüğü yaşayan toplumlarda bir daha yeşermesi imkansızdır. Mamafih, Almanya’da yabancıları istemeyen yeni faşistlerin önüne önce Alman halkı çıkıyor.
Marksist düşüncenin, zihinsel ya da ruhsal süreçlerin varlığını reddetmesi ta baştan itibaren insan doğasına aykırı idi. Öngörülen proletarya diktatörlüğünden toplumsal eşitlik ve özgürlük çıkmamış tersine baskıcı bir dikta rejimi oluşmuştur. İnsanlığın 70 yılı heba olduğu gibi, bugün Rusya’daki otokrasi de bu rejimin kalıntısıdır.
Sosyal demokrasi, toplumda oluşmuş veya oluşma eğiliminde olan eşitlik ve adaletsizlikleri, devleti de bir araç olarak kullanıp, gidermeye çalışan bir sistemdir. Sosyalist Enternasyonal’in tanımına göre “sosyal demokrasi; özgürlük, eşitlik, adalet ve dayanışma temellerine” oturur.
Sosyal demokrasi anlayışında, bugüne kadar epey değişme oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, Avrupa sosyal demokrat partileri, Marksizm ile olan ideolojik bağlarını terk etti. Toplumsal refah ön plana çıktı.
1990’larda sosyal demokrasiden ayrı bir üçüncü yol anlayışı ortaya çıktı. Aynı şekilde bir piyasa sosyalizmi tartışıldı.
Sosyal demokrasi anlayışının da bugünkü insan hakları ve özgürlükler anlayışına göre yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Mamafih, Avrupa sosyal demokratları, küresel oluşuma ayak uydurmak için çalışıyor.
Sosyal adalet bugün piyasa ekonomisi içinde de sağlanabilir. Hangi parti olursa olsun, devlet-piyasa arasında bir optimal denge kurarsa, sendikaların çalışmasını sağlarsa, asgari ücreti insanca yaşama seviyesine çekerse, aynı işi yapmış olur. Bunun için adına sosyal demokrasi demek gerekmez. Ancak insanlık, hangi sistem olursa olsun, insan hakları ve özgürlükler olmadan mutlu olamayacağını yine yaşadığı tecrübelerden öğrendi.
İletişimdeki hızlı gelişme, insan hakları ihlallerinin dünyada kısa sürede duyulmasını ve küresel düzeyde tepkilerin ortaya çıkmasını sağladı. Bu tepkilere kayıtsız kalmak da mümkün değildir. Aksi halde dışlanmaya kadar giden bir tepki zinciri oluşuyor. Dolayısıyla çağımızda insan hakları, ulusal ve uluslararası ilişkilerde de istikrarın korunmasına aracılık yapmış oluyor.
Söz konusu bu dış tepkilere hükümetin ve iktidarın kayıtsız kalması veya gerekçeler göstermesi uzun süre mümkün değildir. İç tepkiler toplumda siyasi kavga olarak algılanıyor olabilir... Ancak dış tepkiler siyasette mutlaka karşılık buluyor.