İmkanlarımızı boşa harcıyoruz
Dersim olayını Başbakanlığı sırasında Tayyip Erdoğan tartışmaya açtı. Ancak herkes Dersim’i kendi ideolojik ve siyasi hedefi için kullanmaya başladı.
Dersim’i kullanmanın herkes göre farklı nedenleri var.. Nedenleri bu günkü otokrasi tartışmalarını gündem dışı bırakmak olabilir... CHP’yi yıpratmak olabilir... CHP genel başkanını zor durumda bırakmak olabilir. Açılıma altyapı sağlamak olabilir. Kürt oylarını almak olabilir. Cumhuriyetle hesaplaşmak olabilir.
Hatta iş o noktaya geldi ki artık bazıları Dersim’i herkes kendi siyasi taktiklerinin bir aracı olarak ve özellikle toplumsal ayrışmanın etkili bir aracı olarak kullanıyor. Söz gelimi Demirtaş, “Başbakan, Dersim’deki Seyit Rıza anıtının önünde dua etsin, diz çöksün, özür dilesin” diyor.
Ne yazık ki 77 yıllık olayları kaşıyarak ve gündemde tutarak Türkiye enerjisini boşa harcamış oluyor. Anlaşılıyor ki birileri Türkiye’nin enerjisini kalkınmaya değil de bu tür marazlara harcamasını istiyor. Bunlar bu yolları tek tek kurguladılar ve Kurtuluş Savaşı’nda kaybettiklerini almaya çalışıyorlar.
Dini siyasete alet etmek de Türkiye’yi Orta Çağ’a götüren ve enerjisini tüketen bir anlayıştır. Bu anlayışı bazıları siyaseti dine alet etmek olarak da kullansa, sonuçta hem siyaseti kirleten, hem de inancı kirleten bir yaklaşımdır.
Geçenlerde basında “Kayseri’nin Talas İlçesi’ndeki Zade Camisi’nde Belediye Başkanı Mustafa Palancıoğlu’nun caminin içine masa şeklinde kürsü kurdurduğu propaganda yaptığı” haberi yer aldı. Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı da camide siyaset iddiasına inceleme başlattı.
Bu gibi eylemlerden sonra laikliği tartışmanın da ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye’nin kalkınmasında ve Avrupa Birliği’ne adaylığında etkili bir kurum olan laikliğin, yeniden gündeme getirilip tartışılması da aynı planın bir parçası gibi görünüyor.
Gerçekte ise laikliğin, dine karşı bir duruş olarak algılanması değil, dini tahakküme ve istibdada ve inanç istismarına karşı bir duruş olarak algılanması gerekir. Laikliğin olmadığı bir Türkiye’de demokrasinin de olmayacağı çok açıktır. İslam dini bünyesinde, ibadet yanında sosyal ilişkileri yöneten yasaları da barındırır. Laiklik, hem dinin siyasi amaçla istismarını önler, hem de dinin devlet işlerinden ve yönetimden uzak tutularak daha saygın kalmasını sağlar. Kaldı ki uygulamada halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan demokrasinin olmayacağı denenmiş bir gerçektir.
Medreselerden matematiği kaldıran bir anlayış, geçmişte İslam ülkelerinin ve İslam’ın geri kalmasına neden olmuştur. Bu tür anlayışların tartışmalı ve zorlama olduğu açıktır. Kestirme yol, halkın inancını yönlendirmek ve istismar etmek yerine ona saygı göstermektir.
Bunlar hem toplumu geriyor, hem de inananların siyasette piyon gibi kullanılmasına neden oluyor. Biz bunlarla uğraşırken, dünya başını almış gidiyor.
OECD, üye ülkelerde gelir dağılım durumunu ortaya koyan Gelir Dağılımı Veri Tabanı güncellemesi yayınladı. “Artan Eşitsizlik: Genç ve Yoksullar Geriye Düştü” başlıklı rapora göre:
* Zengin ile yoksul arasındaki en büyük uçurum Meksika, Şili, Türkiye’dedir.
* Göreli gelir yoksulluğu bir bütün olarak OECD bölgesinde 2007 ile 2011 arasında büyük ölçüde değişmeden kaldı. Ancak, Yunanistan’da 1 puandan fazla, Hollanda, Türkiye ve Macaristan’da yüzde 2 ile 4 puan arasında yükseldi. Yani Türkiye’de diğer OECD ülkelerine göre gelir yoksulluğu daha fazla arttı.
İşte, bunlar enerjimizi boşa harcamamızın getirdiği sonuçlar.