İktidar ilahi bir hak olabilir mi?
Milletler tarihi, coğrafi ve kültürel muhassalalardır. Tarihi, coğrafyası, iklimi ve kültürü milletleri güçlü ya da zayıf kılar. Üzerinde yaşanılan coğrafya, içinden çıkılan tarih ve kültür aynı zamanda toplumları birbirinden farklı kılar ya da birbirlerine yakınlaştırır. Bu bağlamda coğrafyanın olduğu kadar tarih ve kültür de milletler için kaderdir.
İnançlar üzerinde cehalet dönemindeki geçmişin büyük etkisi olduğu açıktır.
Tarihin ilk çağlarından bu yana krallar, imparatorlar kendi saltanatlarına meşruiyet kazandırmak için, iktidarlarını ilahi bir temele dayandırmışlardır.
Belli oranda hâkim oldukları toplumları "uyuşturma" dürtüsü olarak yorumlanabilecek bu anlayış, antik uygarlıklarda bulunmakla birlikte, İslam sonrası dönemdeki hilafet/halifelik, vesayet kurumunda da kendisini İslami bir kimliğe bürünerek göstermiştir.
Pers inancı olan ferr-i yezdaninin etkisi
Doğu toplumlarında bu anlayışların önemli bir kısmı Pers ve Sasaniler döneminde; şah hâkimiyetinin teolojik temelini ortaya koyan ferr-i yezdaniden alırlar.
Persler şahın kalbine ve iç dünyasına Tanrısal bir ışık doğduğunu bu ilahi nur vasıtasıyla hükümdar olduklarını ve icraatlarını sürdürdüklerine inanırlardı.
Bu anlayış dini bütün kişiliklerde, din ve toplum önderlerinde, iyi insanların içinde ilahi bir vergi, kutsal ruhun desteğinin olduğuna inanılır.
Bu bağlamda kendisinde Ferr-i Yezdani (ilah-i nur) bulunan şah ve şah soyu, hata etmekten, günahtan münezzeh olarak görülmüş, şaha tabi olmanın tanrı ahura mazda'ya itaat olduğu fikri toplumsal olarak işlenmiştir.
Burada uygulanan teolojiye göre kendisinde ilahi nur/ferr-i yezdani olan şah ve şah soyu, tanrı nuruna sahip olmuş, seçkin kılınmış ve bu sebeple hem dini, hem de siyasi olarak diğer "basit" insanlara hükümran, halife, gözetici kılınmıştır.
Bu anlayışın uzantısı Şia-Alevi kültüründe 12 İmam kavramında görülür. Bu anlayışa göre 12 İmamın Allah tarafından nas ve tayin ile seçildiği, Allah'ın dinini korumakla görevlendirilmiş olduğuna inandıkları imamların aynı zamanda hilafet sahibi olmaları gerekir.
İslam öncesi dönemdeki Türklerde görülen kut inancındaki ilahi nur inancının da Perslerden etkilenmiş olma ihtimali yüksektir.
Şia-Alevi kültüründeki "12 masum İmam"ın hatadan günahtan münezzeh olması; kendilerindeki hem hilafet hem de imamet inancı gibi durumlar, imamlardaki masumiyetin kaynağının açıklar niteliktedir. 12 İmam, imamet, masumluk inancı ise bu fikrin tezahürlerinden biridir.
Kula kutsallık ya da keramet atfetmek!
İslam'da Allah'ın Resulü Hazret-i Peygamber bir kul ve aynı zamanda bir elçidir. İslam'ın temel şartı olan kelime-i şehadet de Kur'an da, O'nu öyle tarif etmektedir. "De ki, ben de sizin gibi bir beşerim. Aramızda tek bir fark var; bana vahiy geliyor."
Peygamberimiz bir meclise girdiği zaman, ayağa kalkmak isteyenler olurdu, Peygamber, 'acemlerin kisralarına yaptığı gibi, bana da yapmayınız. Ben de bir kulum.' diyerek onları ikaz ederdi.
Bir bedevi, Peygamberin karşısında korkusundan ve heyecanından tir tir titrediğinde kendisine Allah'ın Resülü "Ne titriyorsun, ne korkuyorsun, ben bir insanım, senin gibi bir insanım. Ben, Mekke'de, arpa ekmeği yiyen Abdullah'ın oğluyum." demiştir.
Her namazda, müslümanlar "Abdühü ve Resülühü" der, bunun anlamı 'Allah'ın kulu ve elçisi' demektir. Önce kulluk zikredilmektedir, sonra Peygamberlik.
İslam'da kula kulluk yoktur. Kula kulluk sonradan yakıştırılmıştır. Allah'ın kullarına kutsallık atfetmek, keramet yüklemek İslami değildir. Aksine abartıdır, sahteliktir daha da ötesi şirktir.
Siyasette ikbal, ticarette rant, yönetimde imtiyaz elde etmek için kula kulluk edenler en büyük ihaneti kendi imanlarına yapmaktadır.
Sonuçta iktidar ilahiyatın değil, millet için anlatacağı yeni bir hikâyesi olanların ürettiği siyasetin konusudur.