'İdam! İdam! İllâ idam!..'
"İdam!" dediğin an Avrupa Birliği'ne girmekten vazgeçtiğini, bütün görüşmeleri iptal ettiğini, vize muafiyetini unutacağını, kısaca Avrupa ile arana Berlin Duvarı'ndan da kalın bir duvar öreceğini bilmelisin.
Halk idamı ister... Biraz sosyoloji okuyanlar, kitle psikolojinden, İslâmî literatürde sık kullanılan ifadelerle, "râî" (çoban) ile "raiyye" (sürü) arasındaki irtibattan; hususiyetle "râî"nin mesuliyetlerinden de haberdardırlar.
Küçük çocukların maruz kaldığı iğrençlikleri okuyunca ben de "İdam!.. İdam!.." diye haykırıyorum. Bırakın küçük çocukları, bir genç kızımıza kendince "şer'î" hüküm uygulayan şu "tekmeci" bile öfkemizi alabildiğine kabarttı; "Böyleleri idam edilmelidir..." diye söylenenler olmuştur.
R.T. Erdoğan'ı elbette anlıyorum. FETÖ'cülere, hepimizin öfkesi 10'sa, onunki 100'dür, sınırsınızdır. 17/25 Aralık itibarıyla nasıl ıstırap çektiğini adım adım takip ettik. İç içe oldukları, "Ne istedilerse verdik." dedikleri, daha fazlasını alamayınca çok fena üzerine gelmişlerdi. Çevresindekiler de onu yalnız bırakmışlar, yalnız bırakmayı geçin "Reis"e kuşkuyla bakar olmuşlar, "Bütün bu ifşalar doğru mu?" demeye getirmişler, hatta halkın "Öyle ama çalışıyorlar; yol, su, elektrik getiriyorlar!.." kabilinden yaygın sözlerine katılıp katılmamakta tereddüt etmişlerdir.
Ve bir de Türkiye'yi parça parça doğrayacak darbeye teşebbüs edilmesi, o kadar insanın kanına girilmesi yok mu?!..
Elbette halk "İdam! İdam! İllâ idam!" diye haykıracaktır!
"Râî", halkın "İdam!" haykırışı karşısında, "Bunların akıbeti idamdır" diyebilir. Elhak doğrudur ve darbe ülkeye ihanettir; idamı gerektirir.
Ama dünyada, ilişkiler yumağı içindeyiz. İlişkilerimizin başında Avrupa geliyor ve biz Avrupa idamı kaldırdı diye idamı kaldırdık. Tekrar idamın gelmesi, bahsettiğim gibi, Avrupa'dan tamamen tecridimizdir. Zaten, mahkemelerin "bağımsız" karar verebileceği kuşkulu bu olağanüstü şartlarda, "Ben ne dersem o dur." tavrı, bizi istemediğimiz noktaya doğru alabildiğine sürüklüyor, bir de "İdam!" dersek, yüreğimizi soğuturuz ama, bir müddet sonra, hangi girdaba doğru kürek çektiğimizi görünce, "Ne yaptık, ne hâle geldik!" der, dövünürüz.
Devlet Bey'in şu zamanda, Reis gibi,"İdam!" diye gürlemesi beni şaşırtmıyor. İki sebebi var: Biri; o da, Reis'e saldıran grubun saldırısına maruz kaldı. 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce 10 parti yöneticisinin açığını yakalayan FETÖ'cüler, kasetleri bir bir yayınlamaya başladılar. Hepimiz tabiî komplonun farkındaydık. Kasetlerden sonraki bir yazımın başlığını hatırlatayım sadece: "Hepimiz MHP'liyiz!" Ne olursa olsun bu kasetler MHP'ye büyük yara aldırdı. Diğer sebep; Devlet Bey'in şu anda oturduğu koltuk tartışmalı... Fiilî genel başkanlık söz konusu. Çünkü 19 Haziran'da olağanüstü kongre yapıldı ve birtakım kararlar alındı. İktidarı ellerinde tutanlar, isterlerse Devlet Bey'i yerinden ederler, istemezlerse, kararları askıda tutarak Balgat'ı kendilerine mecbur bırakırlar. Onun için, o, iç muhalefetin halktan destek görmesinin öncesinde olduğu gibi, esip gürleyemez.
Daha önceki Abdullah Öcalan'ın idamı tartışmalarını yazacağım... Ama önce Devlet Bey'in, 25 Haziran 2002 tarihli Hürriyet gazetesine verdiği beyanatındaki şu sözünü hatırlatacağım:
"Biz ölüm cezalarının uygulanmayacağı yolunda bir moratoryum ilan ettik. Buna sadığız."