Hırsızlığın projesini Mekke’de mi yaptılar?
Dört bakanı yolsuzluk soruşturması sürerken istifa eden AKP’nin başbakanı, savunma yapmak için akla hayale gelmeyen yaklaşımlar kullanıyor.
Medyayı nasıl ele geçirdiği “Alo Fatih” sözleriyle başlayan telefon görüşmelerinden ayan beyan ortaya çıkmışken, İnternet’i de “kontrol altına alma” girişimini, “Çocuklarımızı, gençlerimizi korumanın yanında özel hayatı, mahremiyeti korumanın yanında siyaseti ve milli iradeyi ağır bir tehditten korumaya çalışıyoruz. Hedefimiz budur” diye savunuyor ve “Aklı olan, vicdanı olan en önemlisi de evde küçük çocuğu olan hiçbir insan bu düzenlemeye karşı çıkmaz, çıkamaz” diyor. Sormak gerekiyor; hırsızların görüşmeleri resmi dinleme ile tespit edilince mi küçük çocukları korumak aklınıza geldi? 12 yıldır bu ülkede çocuk yok muydu?
***
Yine, “Allah aşkına soruyorum; bir Müslüman, Müslüman kardeşinin zaafını araştırır, bunları kaydeder, şantaj olarak kullanabilir mi? Bu yapı içindeki saf, temiz kardeşlerime sesleniyorum. Yapılanların dine, imana, hadi onları bir kenara koyun, vicdana, insafa sığar yanı var mı?” diyor.
Madem öyle neredeyse çocukluğundan beri Kur’an’daki İslam’ı, Türk Milleti’ne anlatmaya çalışan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün konuştuğu programı niçin yayından kaldırdınız? Yaşar Nuri Öztürk, “Mâûn Suresi, iki zulme savaş açıyor, birincisi kamu malları talanı yani ğulûl, ikincisi riyakârlık yani göründüğü gibi olmamak veya olduğu gibi görünmemek” dediği için mi?
Öztürk, “Birileri bizzat çalıp zimmete geçirir, birileri de çalanları koruyup savunur. Onlara zırh ve kalkan olur. Onların yakalanmaması, yargı önüne çıkarılmaması için bin türlü oyun sergiler. Bu koruyucular, genellikle, yönetim mevkilerinde olanlardır” dediği için mi?
***
Bunca olaydan sonra Erdoğan, “Bu ülke artık kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarla yönetilemez. Bu ülke artık faiz lobisi, medya lobisi, sermaye lobisi tarafından idare edilemez” diyebiliyor.
Nasıl idare edilir? 87 milyar liralık ihale verdiğin, sonra da bir medya grubunu ele geçirmek için salma saldığın iş adamlarının milletin bilmem neresine koymasını sağlamakla mı idare edilir bu ülke?
Erdoğan, “Biz irademizi asla sinsi yapılara teslim etmedik, etmeyiz, etmeyeceğiz. Biz üzerimizde kutsal bir emanet olarak taşıdığımız milli iradeyi, ipi uluslararası çevrelerin elinde olan bu paralel yapıya asla peşkeş çekmeyeceğiz” diyor? İyi de partisinin programı bile ABD’den gönderildi, belgeledik, 12 yıldır cevap bile veremedi.
***
Zekât paralarını metresleriyle yiyen çeteyi, kısacası Deniz Feneri’ni soruşturdukları için görevden alınan ve haklarında dava açılan, sonra da beraat eden üç savcıdan biri olan Abdulvahap Yaren, arkadaşımız Fatih Erboz’a, yargıyı bir gücün kontrol altına aldığını söylüyordu: Yaren, aynen şöyle diyordu:
“Bu güce hırsızların imparatoru diyorum. Bu imparator, hem altında yer alan figüranlarını koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor. Bu amaçla hem delilleri yok ediyor. Hem soruşturma savcılarını yakından takip ediyor. Bu takibe rağmen soruşturmada istediği gibi bir sonuca ulaşamadığı takdirde savcıları soruşturmadan aldırıyor. Hem de zekât hırsızlarını, masum maskesi ile kamuoyuna pompalıyor...”
Bir de Mekke Projesi var! Sahi, Mekke Projesi ne demektir? Salma salınan iş adamı, telefonda konu hakkında bilgi verirken, “Mekke Projesi’nde kararlaştırdığımız gibi” diyor. Projeyi de Mekke’de mi yaptılar? Hacı hacıyı Mekke’de bulur ama Sarraf’ın uçağıyla giderek Umre’de buluşanların maksadı neydi?