Hedef IŞİD mi, Suriye mi?

Ceşitli iç ve dış sorunlarla boğuşan ABD, aynı zamanda dünyanın jandarmalığını yapma stratejisinden de vazgeçmiyor.

Özellikle “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” ABD’nin hem “başını belaya sokuyor”, hem de İslam âleminde “korku” ve “endişe” doğuruyor.
Nitekim, Irak’ın paramparça edilmesinden sonra Sudan’ın büyük bir seçim oyunuyla ikiye bölünmesi, Orta Doğu’da halkın ayaklanması ve dış destek bulan Suriye’nin hali perişanı ABD’yi yeniden harekete geçiriyor.
Ancak, sık sık saldırı planlarını değiştiren ABD’nin aslında tam hedefinin Orta Doğu’yu tamamen denetim altına almak olduğu artık endişeyle kabul ediliyor.
Kaldı ki, ABD’nin tarihine şöyle bir bakıldığında; Amerikan halkının temel uğraşısının “ticaret” olduğu anlaşılıyor.
1914’te Avrupa’da çıkan savaşın, Amerikan halkında “şok” etkisi yarattığı biliniyor ve hafızalardan çıkmıyor.
Her hangi bir savaşın, ekonomik ve siyasal etkileri kısa zamanda ve derinden hissediliyor.
Zaman zaman “hafif çöküntüler” geçiren ABD üreticisi, Batılı Müttefikler’in “mühimmat” siparişleri sayesinde, bir yıl geçmeden yeniden gelişmeye başlıyor.
İşte bu “mühimmat” siparişleri ABD ekonomisinin “temel fayı”nı oluşturuyor.
Yani, “mühimmat” siparişlerinin süreklilik kazanması veya kazandırılması ABD’nin dış politikasının da “temel taşı” niteliğini kazanıyor.
“Mühimmat siparişi”nin ne denli değerli olduğunu anlatabilmek için 1933’lere dönmek bütün tereddütleri ortadan kaldırıyor.
1933’te işsiz kalan milyonlarca Amerikalının büyük zamanı ekmek kuyruklarında geçiyor.
Binlerce işçi, iş ve barınak bulmak için ülkede başıboş dolaşıyor.
Hatta sevilen bir şarkının nakarat “Kardeşim on sent verebilir misin?” hatırlanıyor.
Aslında, 1960’lar, ABD’nin tarihinde çok önemli adımların atıldığı zamana rastlıyor.
1960 yılına gelindiğinde, hükümet vatandaşların yaşamında giderek büyük bir güç oluyor.
1930’lar boyunca Beyaz Saray, büyük bunalımın yaşattığı yaraları sarmak için yasalar öneriyor ve Kongre ile yakın iş birliği yapıyordu.
Pek çok Amerikalı, hükümetin artan rolünü kabullenmekle birlikte, bunun ne dereceye kadar genişleyeceği konusunda anlaşmazlığa düşüyordu.
Demokratlar, hükümetin gücünün, büyüme ve istikrarı güvence altına almak için kullanılmasını istiyordu.
Cumhuriyetçiler ise, hükümetin temel ve gerekli sorumluluğunu kabul ediyor; buna karşılık, harcamaların sınırlanmasını ve bireysel girişimlerin yeniden canlandırılmasını bekliyordu.
İşte bu görüşler altında günümüze kadar gelindiğinde, ABD bu sefer Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi ile gezegenimiz adeta tehdit altında tutuluyor.
Afganistan’dan sonra Irak’ta başı büyük belaya girmesine rağmen, İran harekâtından tam olarak hâlâ vazgeçmeyen ABD’nin “ne yapmak istediği” hep örtülü kalıyor.
ABD’nin “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” adı ve belki de “maskesi” altında “gizli” sözde barış girişimleri heyecan ve endişe uyandırıyor.
Galiba projenin aslını ABD bile tam olarak oluşturamamış hatta Başkan Obama tarafından pek benimsenmediği sezinleniyor.
ABD, şimdilik bekleyerek sadece bir yandan dünyanın, özellikle Arap ülkelerinin nabzını yoklarken, bir yandan da “nerede”, “ne zaman”, “ne” yapacağının fırsatlarını kolluyor.
ABD, zaman zaman böylesine “süper” mi desek, “frapan” mı desek veya “hassas” mı desek, “tehlikeli” mi desek, projeleriyle gündemi karıştırıyor.
Bir zamanlar, yine Orta Doğu’yu kapsayan bir “Güvenlik Kuşağı” projesi vardı.
ABD’nin yanı sıra Fas, Mısır, Ürdün, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye ve Pakistan’ı kapsayan bir “Güvenlik Kuşağı”nı uygulama çabaları ve aksaklıkları zihinlerden silinmiyor.
Sonra, “Güvenlik Kuşağı”nı andıran paralel bir proje, “Yeşil Kuşak” hatırlanıyor.
“Güvenlik Kuşağı”, “Yeşil Kuşak”, “Büyük Orta Doğu Projesi” veya “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” derken ABD’nin her planı akılları allak bullak ediyor.
Ekonomisinin düzelmeye yüz tutması ve IŞİD kanlı örgütünün terörü üzerine, ABD “koalisyon” gücü kurarak Suriye’ye saldırıyı, yeniden gündeme getiriyor.

Yazarın Diğer Yazıları