Haşhaşîler mi dediniz?
Din uyuşturmaz; kişiye bağlılık uyuşturur. Tarih boyu da böyledir. İslâmlığın yeteri kadar anlaşılmaması, dini izah edenlerin kendilerini öne çıkarmaları, kendi görüşlerini dinin rüknü göstermeleri, sadece İslâmlıkta değil, diğer bütün dinlerde de, büyük kırılmalara yol açmıştır.
Allah insana akıl vermiş; irade vermiş; yolunu kendin bul demiş, ama insanoğlu kolaya kaçmış ve "cerbezeli" gördüğünde bir hikmet, "akıllı" gördüğünde bir mantık aramış, iradesini teslim etmiştir.
İşte kişiye bağlılığın, hipnotizenin bizi getirdiği yer... "Tırlatma-histeri" hükmünü zaten vermiştim. (Geriye doğru yazılarıma bakılabilir.)
Recep T. Erdoğan, bunlar için "Haşhaşîler" demişti... Açıkçası herkes gibi biz de şaşırmıştık... Bilerek mi bu sıfatı kullandı? Öyle bir sıfat kullanayım ki, üzerlerine yapışıp kalsın mı, demek istedi? Bence ikincisi ama şu zamana bakınca, âmiyane tabirle, "cuk" oturmuş bir sıfat.
Biz yolsuzluklar faş edildiğinde, polisin ciddî bir çalışma yaptığını düşündük. "Yandaş" tabir edilenler dışında, gerçeği arayan, "hukuk" diyen, muhalefet partileri de dâhil, herkes aynı fikirdeydi. Öyle belgeler çıkardılar ki, inanmamak mümkün mü?!. Demek ki, siyasîlerin o akıl almaz açıklarını, "Haşhaşîler" kendi siyasî hesapları için kullanacaklarmış.
Ne zamandır, 15 Temmuz'dan çok önce, 17/25 Aralık, R. T. Erdoğan'ın dediği gibi, "Darbedir!" demeye başlamıştım. Ancak ben de herkes gibi, kişiyle görülecek bir hesap sanmıştım. Meğer hesap devletimizleymiş. Arkadaşlarla konuşuyoruz da, Allah yine bu milleti korudu. Sen Pensilvanya'da otur, adamların Türkiye'yi karıştırsın ABD'nin bu işin içinde olmaması mümkün mü? "Hayırsever" Reza'nın da, orada tutuklanmasında, Türkiye ile görülecek bir hesaptan başka bir mana çıkabilir mı? Bunu da daha önce yazdım.
R.T. Erdoğan, "Haşhaşîler" dediğinde, ben de Hasan Sabbah'la ilgili kitabı yeni yayınlamıştım. ("Alamut'un Büyüsü-Haşhaşîler: Sır ve Ölüm", Parola Yayınları) O sıra "Hasan Sabbah-Alamut Kalesi" örneklerini vermiştim.
Hasan Sabbah (?-1124) öyle afyon yutup kılıç sallamıyor, fedaîlerini de, haşhaşla kendilerinden geçirmiyor. O bir âlim aslında... Mutîlerini (itaat edenlerini) efsunluyor ve tek hedefe kilitliyor. Alamut gibi ulaşılmaz, yıkılmaz bir kaleyi devletçiği yapmıştır. Selçuklular ortasında sipsivri bir adacık... Yanında öyle bağlıları var ki, "Kendini şu yardan at!" dese, atıyor. (Bu örneği anlatacağım.) Devlet adamlarıyla mektuplaşıyor. Hatta Melikşah'ın (1055-1092) ona, onun Melikşah'a yazdığı mektuplar vardır. (Mektuplaşma olmadığı hususunda, ilim adamları ittifak ediyorlar ama o dönemin ne kadar belgesi zamanımıza ulaşmıştır?)
Hasan Sabbah'ın doktrini kendisinden sonra da devam etmiştir. Kendisi ve takipçileri, fedaîleri vasıtasıyla "kaleler"i içerden fethetmek istemişlerdir. Devleti yönetenlerin yanına fedaîler yerleştirilmiştir. Masum görüntü altında nice talebesi, âlimlerin çevresini sarmıştır.
Hasan Sabbah'ın Alamut'u nasıl ele geçirdiğinin hikâyesini bir okusanız... "Aman Allah'ım! Biz bu örneği mi yaşıyoruz!" dersiniz.
Hasan Sabbah-Fethullah Gülen!.. Alamut-Pensilvanya!..
Devir değişti, böyle oldu değil... Bile bile intiharı seçen darbecilerin anlattıkları, ister istemez Hasan Sabbah'ı hatırlattı. (Devam edeceğiz.)