Futbol ve politika

Güne uygun değil ama Yıldırım Demirören'in TFF mali kongresinde yaptığı konuşmaya değinerek başlayacağım. "Tepeden inme başkan" Arda Turan'la ilgili inanılmaz yumuşak laflar etti. Herhalde yedi sülalesine küfredildiğini bilmiyor. Diğer ihtimal bugün oynanacak Kosova maçı sonrası gerçek görüşlerini sıralayacak. Ya da her zaman olduğu gibi "sazı Fatih Terim"e bırakacak. Temenni etmem ama kötü olasılıkta meydana gelecek patlamayı tahmin zor değil. Bu durumda bütün fatura Arda dayıya çıkarılacaktır. Arada bir kısım medya mensubunun da nasibini alması kesin. Dedim ya bu varsayım "Kötü Tabela" için.

İşin gerçeği Türkiye her konuda olduğu gibi futbolda da Külliye'den yönetiliyor. Oradan onay almadan hiçbir şey yapmanız mümkün değil. Beşiktaş başkanlığı döneminde Yıldırım Demirören için "Sultan Kâbus'un oğlu. Babası ona futbol takımı almış, oynuyor" diye yazmıştım. Tarihi kulübün büyük borç yükü hep o dönemden kalma. Hesapsız kitapsız harcamalar, yemek masalarında transferleri unutmadık. Sadece Vicent Delbosque'ya ödenen tazminat 8.5 milyon Euro'ydu. Buna Tigana'dan başlayıp pek çok futbolcuyu da dahil edebilirsiniz. Kapıdan bacadan atılan paraların tamamının altında Demirören Jr'un imzası var. Borç batağı onun bıraktığı enkazdır.

Politikanın spora egemen olduğu bir ülkeyiz. Bu yüzden sonuçlara katlanmak alışkanlık oldu. Hasan Polatkan ve Hasan Doğan gibi isimlerin başkanlığından sonra gelinen konum bu. Bakalım bu kâbus ne kadar sürecek?

Kramponlu krallar

Giriş temamı genişletmek niyetindeyim. Sosyolog Hans Joahim Wingler, "Spor ve Politik Terbiye" isimli kitabında futboldaki uluslararası turnuvaları ele almıştır. Koca araştırmayı tek bir cümleyle özetlemek istiyorum:

"Sportif temaslar, milliyet duygusunun gelişmesinde, ekonomik mucizelerin sağladığı başarıdan daha fazla etkili olmaktadır."

Bu sözü doğrulayan örnekler çok fazla. Yıllar yılı diktatör Baby Doc'un takımı Haiti tüm ekonomik başarısızlığı örtmüştü. Haitililer için futboldaki parıldayışlar ve Dünya Kupası finallerine gidiş, açlığı bile unutturmuştu.

Galatasaray kalecisi Muslera ve görev süresince kaplumbağa -VW- araç kullanan Cumhurbaşkanlarıyla tanıdığımız Uruguay'a bakalım. Güney Amerika'nın minik ülkesi asıl şöhretini biri Olimpiyat diğeri Dünya Kupası olmak üzere iki futbol altın madalyasıyla kazandı.

Aynı şekilde Brezilya'nın eyaletlerini bir arada tutan ayak topu. Genel inanışları "Bizim ne politik, ne kültürel hayatımız var. Varsa yoksa futbol" şeklinde. Bir zamanlar Pele, Didi, Garrincha ve Zicolar vardı. Şimdi de Neymar ve arkadaşlarının dönemi.

İkinci Dünya Savaşı'nın parçaladığı Almanya'nın Doğusu ve Batısı ile yeniden birleşmesi 1989'da gerçekleşti. Ancak bu olaydan çok önce 1954 yılında ilk prova yapıldı. Dünya Kupası'nı Federal Almanya'nın kazanması Doğu'da da haftalarca kutlandı. 1973 yılında yapılan bir Avrupa Kupa Galipleri maçı devamı oldu. Duvarın iki tarafında yaşayanlar Dresden'de Ruslar'a karşı yapılan oyunda tek vücut oldular.

İşin bir de savaş boyutu var. Honduras ile El Salvador Dünya Kupasına gitmek için savaştılar. Bu iki küçük Orta Amerika ülkesinin kapışması, tanklarla, toplarla, uçaklarla oldu.

Espri bir yana, futbola geleneksel bağlarla tutkun milletlerin başında İngiliz ve Almanlar gelir. Onları Kuzey Avrupa ülkeleri takip eder. İngiltere'de futbol önemli figürdür. İç politikada seçimlere etki eder. Başta Kraliçe olmak üzere Hanedan finallerde mutlaka bulunurlar. Diğer ilginç uygulama, Kraliçe bugüne kadar ilk defa Şeref Madalyası ve Sir unvanını Alf Ramsey'e vermiştir. Bilindiği gibi Ramsey, 1966'da Dünya Şampiyonu olan İngiltere'nin teknik direktörü.

İngiltere'den bir başka örnek daha vermek istiyorum. Geçtiğimiz yüzyılda maçların Pazar günü oynanması yasaklandı. Sebebi halkın kilise yerine stadı tercih etmesiydi. O dönemden bu yana maçlarda öncelik Cumartesi'nindir.

Danimarka'nın, Sırbistan'ın yerine Avrupa Şampiyonasına alındığı dönemde Kopenhag'daydım. Plajdan toplanan oyuncular, inanılmazı gerçekleştirip şampiyon oldular. Tesadüfe bakın Trabzonspor'un mukavelesini uzatmadığı Larsen ekibin kaptanıydı. Bu oyuncunun elinde kupayla dev görüntüsü Medeniyetler Müzesi'nin ön tarafına asılmıştı. Fotoğrafladım ve dönüşte Tercüman'da yayınladık.

Yurdumuzda futbol Batı'ya nazaran henüz endüstri değil. Yine de büyük ilgi kaynağı. Gençler, ebeveynleriyle birlikte "para makinesi" olarak görüyorlar. Önemli kulüplerin alt yapılarında imkan sağlayanlar iyi para kazanıyor. Bu yolla şöhreti yakalayanların sonuncusu ise gündemden hiç düşmüyor!

Bir anekdotla kapatmak istiyorum. 14 Ekim 1973 seçimlerinde eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı dinlemeye gelenlerin sayısı 200'ü bulmamıştı. Çünkü Atatürk Stadı'nda Eskişehir-Köln UEFA Kupası maçı vardı. Bütün şehir oraya kilitlenmişti.

...

ÖZEL NOT: Patronu (Arda kaptanımız) diye konuşan Bilal Meşe şimdi ne yapacak merak içindeyim. "Bırakmayı düşünüyorum" demişti öyleyse tam zamanı. İşin bir de öbür tarafı var. Arda onun da "kellesini" istemiş olabilir.

Yazarın Diğer Yazıları