Eski-yeni Türkçe
Kültürümüzde bir dönemi var sayıp bir dönemi yok sayamayız. Her iktidar değişikliğinde önce Millî Eğitim’e el atılır. Hiçbir zaman da köklü değişikliğe gidilemez; ideolojinin bataklığında tepelenilip durulur. İlmî mutalar hak getire! İşte zamanımız: Millî Eğitim’in nasıl çöktüğü ortada. Her şey imam hatibe endeksli. Neredeyse bütün müspet ilimlere dayalı derslerin kitaplarını imam hatip yetiştirir gibi yazdıracaklar.
Daha önceki hükûmetin Millî Eğitim Bakanı’nın saplantısı ise başkaydı:
DSP-MHP-ANAP koalisyonu zamanında (1999-2002), Millî Eğitim DSP’li Metin Bostancıoğlu’na teslim edilmişti. M. Bostancıoğlu’nun ilk yaptığı iş ders kitaplarının üzerinde oynamak oldu. Yayıncıların devrin talim terbiye kurulundan çektiklerine bizzat şahit oldum. Yayınevlerine “uydurukça” kelime listeleri gönderiliyordu. Öyle bir saçmalık ki, hangi kelimenin nasıl kullanılacağı anlatılırken bile itiraz ettikleri kelimeleri kullanıyorlardı. (Mecburdular ve başka türlü isteklerini anlatamazlardı.)
Eski Türkçe-Yeni Türkçe olur mu? İlmî ayırımda 13. yüzyıl öncesi Eski Türkçedir. Avam dilinde geriyle baktığımızda gördüğümüz dil “eski” oluyor. Varsın öyle densin. Size dilimizin evreleriyle ilgili iki örnek vereceğim:
Örnek 1: “Rivâyat olundı ki: Sa’îd arkasına koyun deresin kor-ıdı. Sa’îd’üan mâlı var-ıdı. Anunla ticâret idüp eydürdi ki: ’İy Çalabum! Sen bilürsin kim, ben bu mâlı kimseye virmedügüm buhlumdan veya hırsımdan degül yâhûd dünyâya muhabbat itdügümden degüldür; belki ben anunla Mervân oglanlarından başumı saklamaklık dilerin; tâ Allâh’a irişince kim, ol vaktda Allahu ta’âlâ hükm eyleye anlarunla bizüm aramızda.’” (Dr. Arslan Tekin, Şirvanlı Mahmûd-Tarih-i İbn-i Kesîr Tercümesi, 4. Cilt, 1. Kısım, 1998, s. 491).
15. yüzyılın ilk yarısında yazılmış bir metin... Kelimelerdeki birtakım transkripsiyon işaretlerini kaldırdım. Anlamadığınız bir kelime var mı?
Örnek 2: “Nâmesin ehl-i râz idüp beste-ser ü şikeste-hat / Arz ide hasb-ı hâlini yâre şikeste-beste hat / Navf ile âb-veş ider hat pes-i kâğıda gürîz / Sunmaga yazsa dâd-ger ol şeh-i gırre-meste hat” ( “Sır sahipleri, mektuplarının başını bağlayıp kırık yazıyla yazarak dertlerini değersiz bir yazı olarak sevgiliye sunsunlar. / Eğer adalet sahibi, o gurur sarhoşu padişaha sunmak için yazı yazsa, yazı korku ile su gibi kâğıdın arkasına geçer.” ) (Dr. Tahir Üzgör, Fehîm-i Kadîm-Hayatı, Sanatı, Dîvân’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi, 1991, s. 504).
Fehîm-i Kadîm, 17. yüzyılın ilk yarısında yazmıştır bu mısraları. Kendisinden sonrakileri etkilediği için örneği ondan aldım. Birinci örnek sanki zamanımızın Türkçesi. Arap ve Fars etkileri giderek artıyor ve koyu bir Türkçe karşımıza çıkıyor. Yok mu sayalım! O zamanın kültürü böyle... Ve o kültür bizim. Unutmayın ki, halk arasında hâlis Türkçe hüküm sürüyor.
Cühelânın mezar taşları saplantısı aklınızı çelmesin. Bütün taşlar okunmuş ve yayınlanmıştır. Siz okumasanız da olur. Ama kültürümüzün bir bütün olduğunu sakın unutmayalım.