Eski Bosna-Yeni Bosna
Yıllar sonra Saraybosna'yı nasıl bulacaktım? Bir savaşın ortasında kışın, bir de savaşın ardından serin bir havada gelmiştim. İki gelişimi de uzun uzun yazmış ve yayınlamıştım.
Şehrin merkezine uzak bir otogarda indik. Sonradan öğreniyoruz. Burası Sırp bölgesiymiş. Havaalanı da buraya yakın. Şehir merkezine antenli troleybüsler kalkıyor. Son durağa vardık. Hemen yanı Milyatska Nehri ve üstündeki köprünün (Latin Köprüsü) bir ucu bütün dünyanın bildiği bir yer... Sırp milliyetçi Gavrilo Princip, Avusturya-Macaristan Krallığı Prensi Ferdinand'ı ve hanımı Sophie'yi bu köprü başında vurmuştu. Tarih: 28 Haziran 2014. Bu suikastlar Birinci Dünya Savaşı'nı başlatmıştı.
Suikast yerine bir taş oturma grubu konmuştu. Nehre paralel yolun öbür tarafında ise bir müze bulunuyordu. Müze dışına camekânlara boy boy suikastla ilgili, o zaman çekilmiş fotoğraflar asılmıştı. O fotoğrafların birinde müzeye arkanızı döndüğünüzde, Latin Köprüsü'nün sol ucunda, bir taş dikildiğini görüyorsunuz. Hâlbuki şimdi sağ uçta bir taş oturma grubu var.
Köprü, Osmanlı dönemi eseri. 1541'den önce yapılmış. Tarih tam bilinmiyor. Köprünün "Latin" diye anılmasının sebebi ise, Osmanlı döneminde köprünün bir tarafının Katolik ustalarla meskûn olması. Onların mekânına "Frenkluk" veya "Latinluk" deniyormuş. Adı oradan geliyor. Yugoslavya'da Tito iktidarından sonra köprünün adı "Gavrilo Princip Köprüsü" olarak değiştirilmişti. Bosna'da savaş bitiminden sonra eski adını aldı.
Saraybosna farklıydı. Belgrad'ı ölgün gördüğümü yazmıştım. 1992-1995 savaşında, bazen günde 3 binden fazla top mermisinin düştüğü bu şehirde hayat çok canlıydı. Asıl canlılığı ise köprüsünün karşı sokağına girip Başçarşı'ya varınca görecektik. Ünlü Sebil'in etrafı insan kaynıyordu.
Savaşın ortasında, Tansu Çiller ve Benazir Butto'nun Saraybosna'ya geldiği gün, 3 Şubat 1994'de, Hakan Albayrak'la birlikte, etrafı ıpıssız bu sebilin önünden geçip yukarıya doğru, yol almıştık. Şimdi "ağır ağbi" misali "ağır İslâmcı" takılan Karar gazetesi yazarı Hakan Albayrak, o zaman İHH'nın temsilcisiydi. (Hakan'ın Saraybosna'da tarihî bir rolü vardır.) Bir ara kısaca hatırlatmıştım, o zaman yazdıklarımı aktaracağım. Neler yaşandığının küçük bir anekdotu:
"Hakan Albayrak'la Mihrivoda Mahallesine doğru tırmanıyoruz. Hakan, benden çelik yeleği istedi: / - Abi, ağırdır, ver biraz da ben taşıyayım.
BM Barış Gücü askerleri bize çelik yeleği taşımamızı şart koşmuştu. Sandım ki biraz da kendisi giyecek. Üzerimden çıkarıp verdim. Ama o elinde taşımaya başladı. Bu ağır nesneyi giyinik taşımak çok daha kolaydı. Soran gözlerle bakıyorum: / - Niye elinde taşıyorsun?
- Abi, burada, biz Türkler çelik yelek giymeyiz. Saraybosnalılar bizi ayıplarlar, Türkler çelik yelek giymiş derler.
Her an bir yerden kurşun gelebilirdi. Ve her gün birkaç kişi sınayperlerle vuruluyordu. Biz öyle bir yoldan çıkıyorduk ki, ne kadar kuytulardan gitsek de karşı dağlardan bizleri gözetleyen Sırpların hedefindeydik.
Hakan alışmıştı ama benim tedirginlik yaşamam tabiî idi. Yine de her şeyi bilerek yola çıkmıştık. Hakan'a bakıp bir tebessüm gönderdim... Söyleyecek sözüm yoktu."
Saraybosna'da kıyaslıya kıyaslıya yürüyeceğiz.