Diyarbakır'dan Akşener mesajı...

Akşam gazetesindeyken 1996 yılında bir araştırma için Diyarbakır'da bir hafta kalmış ve günlerimi bir haber beklerken halk arasında gözlem yapmakla geçirmiştim. O günlerde Diyarbakırlı bir esnafın söylediği "Meselenin kökünde önyargı var. Birbirimize önyargısız yaklaşırsak hiçbir meselemiz kalmaz" sözünü hiç unutmadım.

Her ziyaretimde Diyarbakır esnafının olgunluğuna tanık olmuştum. Bu şehirde ancak yaşanılırsa tadına varılabilecek bir kültür var.. Bu sebeple Meral Akşener'in Diyarbakır davetini hiç düşünmeden kabul ettim. O da telefonda Diyarbakır'ın misafirperverliğini hatırlattı.

***

Akşener, bütün Türk Milliyetçileri gibi Atatürk'ün millet politikasını benimsiyor. Dönemin ABD Başkanı Wilson, "Kendi kaderini tayin hakkı" ilkesini ortaya attığı zaman, asıl hedefi, parçalanmakta olan imparatorluklardan güçlü ulus devletler çıkmasını önlemekti. Wilson, Osmanlı'nın yerine bugünkü coğrafyada bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulacağını da kestirerek, Anadolu'da bir Ermenistan ve Kürdistan kurulmasını planladı.

Mustafa Kemal Paşa, gerek Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında, gerekse Ankara'daki Meclis Hükümeti döneminde, Kürtlerin özellikle İngilizler tarafından kışkırtılmaya çalışıldığını görmüş ve gerekli tedbirleri almıştı. "Her milletin kendi kaderini tayin hakkı" olarak bilinen Wilson prensipleri, Atatürk tarafından Kürtleri de kapsayacak şekilde bütün Türk Milleti'nin kendi kaderini tayin hakkına dönüştürülmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti meşru bir zeminde kurulamazdı...

O günlerde, Kürt aşiretlerinin Lozan'a "Bizim ayrı gayrımız yoktur, aynı milletin evlatlarıyız" diye telgraf çekmesi, Türkiye'nin Wilson tuzağına düşmesini önlemiş oldu. Mustafa Kemal Paşa, Wilson ilkelerini kabul ediyor; Türk Milleti'nin etnik parçalar halinde değil, bir bütün olarak bu hakkı kullanacağını dünyaya ilân ediyordu... Gerçi, Türk ordusu Anadolu coğrafyasına hâkim olmuştu ama uluslararası meşruiyet bakımından bu tavır çok önemliydi.

Devletin temeli, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halka Türk Milleti denilir" tespiti ve buna dayalı olarak "Ne mutlu Türk'üm diyene" felsefesi üzerine atıldı. Bu ırka değil ortak kültüre dayalı bir kimlikti. İnsanların hangi etnik kökenden gelirse gelsin, eşit vatandaş olmasına dayanıyordu. Atatürk'ün ders kitaplarına yazdırdığı gibi, milletin her ferdi, "kaderde, kıvançta, tasada biriz" anlayışına sahipti...

***

Sonra, ülkeye vahşi kapitalizm girdi. Türkiye, içeriden, dışarıdan aleni olarak soyulmaya başlandı. Emperyalizm siyaseti de bölücülük olarak yeniden başladı. Üstelik kitle partileri de bölücülük üzerinden siyaset yaptı. Son olarak AKP, açılım sürecinde PKK ile masaya oturdu, Oslo'da ve Dolmabahçe'de Sevr hükümlerini kabul etti!

Bu arada, kuruluş felsefesini, ilkelerini, simgelerini yerden yere vurarak Türk Milleti'nin ortak direncini çökertmeye çalıştılar. Kürtleri büyük Türk Milleti'nin bir parçası olmaktan çıkaracak bir süreç başlatmak istediler.

Ancak unuttukları bir şey vardı... PKK ile mücadele edenler arasında, çoğu Kürt kökenli korucu olarak 60-70 bin kişi vardı... Sadece onlar mı? Türk Silahlı Kuvvetleri'nde erinden generaline kadar her rütbede asker arasında Kürt kökenli vatandaşlar da bulunuyordu. Onlar da milletin birliği için şehit oluyordu.

***

Bu sebeplerle Meral Akşener'in referandum öncesi son mesajlarından birini Diyarbakır esnafı ile sohbet ederek vermesi, bana çok değerli, çok anlamlı geldi.

Zaten, Bitlis ve Muş'ta da "Türkiye kokuyorsun ana" diye karşılanmıştı. Bir kadın, "Bizi buralarda unuttunuz, yalnız bıraktınız" deyince de Akşener'in ekibinden bir hanım ağlamaya başlamıştı. Diyarbakır esnafı da samimi, sıcakkanlı idi. Yaşlılar, "Ümmeti Muhammed" diye söze başlıyor ve Akşener'in bölgede bugüne kadar yaşanan olumsuzluklara karşı bir umut ışığı olmasını diliyordu. Diyarbakırlılar, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle Akşener'e içten ilgi gösterdi, "hoş gelmişsiniz" dedi, "her zaman gelin" dedi.

Akşener'in ziyaret ettiği esnaf arasında elbette evet diyecek olanlar da vardı. Doğrusunu söylemek gerekirse onlarda Diyarbakır kültüründen eser kalmamış gibiydi, soğuktular. Hatta Akşener'in ziyaretleri sırasında çevrede önce bir minibüs, sonra bir otobüsle ve yüksek sesle evet propagandası kaseti açarak engelleme yapmaya çalışanlar olduysa da yine Diyarbakır esnafı tarafından uyarıldılar, "Misafirimize ayıp ediyorsunuz" diyenler oldu. Onlar da yollarını değiştirdi.

Diyarbakır, Ziya Gökalp'ın memleketi... Hz. Süleyman Camii ve türbesi burada... Akşener de hem Ziya Gökalp müzesini, hem Hz. Süleyman Camii'ni ziyaret etti, ikindi namazını da bu camide kıldı.

Akşener, Diyarbakır kültürünü kendi tecrübelerinden çok iyi bildiği için referandumda "hayırda birlik" mesajını son olarak bir de bu güzel şehrin güzel insanlarıyla birlikte vermek istedi. Birliğin ebediyete kadar bozulmaması için...

Yazarın Diğer Yazıları