Demokrasiyi siyasi parti liderleri istemiyor
İlk çok partili genel seçim 1946 yılında, ''açık oy, gizli sayım ve çoğunluk sistemi esasına'' göre yapıldı. Bu seçimi Cumhuriyet Halk Partisi kazandı. 1946 seçimi, adli denetim dışında açık oy, gizli tasnifle yapılmasından dolayı çok tepki çekti. İktidar partisi CHP, bu tepkileri dikkate alarak 1950 Türkiye genel seçimlerini bu defa "Gizli oy, açık tasnif" sistemi ile yaptı ve bu seçim ilk demokratik seçim olarak kabul edilir.
Bu seçimi Demokrat Parti kazandı. DP, 1960'a kadar Birinci Meşrutiyet döneminden beri uygulana gelen ''liste usulü çoğunluk sistemini'' uyguladı. Çoğunluk sistemi, sonuçları itibariyle lider partiyi kayıran ve diğer partilerin oy oranlarının çok altında temsil edilmesine yol açan bir niteliğe sahipti. Her il, bir seçim bölgesi sayılmaktaydı ve bir oy fazla alan parti o ilde milletvekillerinin tamamını çıkarıyordu.
1960 ihtilaline kadar demokrasi ağır-aksak yürüdü. 1961 Anayasası demokratik bir anayasa idi. Seçim sistemi de değişti. ''Nispi temsil sistemi'' getirildi. Bu sistem, seçmenlerin düşüncelerine daha uygun temsil edilmelerini sağlayan bir sistemdir. Değişik fikir ve siyasi görüşler parlamentoya girer.
Demek ki Türkiye'de seçim sisteminde demokrasiye geçmek 1960 ihtilaline bağlıymış. Siyasilere kalsaydı seçim sistemi değişir miydi, ya da 1961'de CHP kazansaydı bu sistemi değiştirir miydi? Kimse bilemez. Ancak ihtilal hükümeti seçim sistemi değiştirdi ve daha demokratik bir sistem getirdi.
1980 ihtilali tam tersini yaptı. Güdümlü bir demokrasiye geçişe yol verdi.
1980 öncesi, Siyasi Partiler Kanunu'na göre milletvekilleri ve belediye başkan adaylarının ön seçimle yapılması zorunlu idi. Yasalar partilere kontenjan tanınmıştı. 1980 sonrası ise ön seçim siyasi partilere bırakıldı. Bugüne kadar siyasi partiler ön seçim yapmadı. Yapanlar da tek-tük göstermelik olarak yaptı.
Aday tespiti tek seçici olarak genel başkanlarca yapılıyor. Siyasi partilerde genel başkanların gücü arttı. Kendine ve siyasi kariyerine güvenmeyen bazı milletvekilleri, genel başkan uzmanı olmaya başladılar. Ön seçim olmadığı için parti tabanını ve delegeyi dışladılar.
Bazılarının genel başkanlarına yaptıkları, kamuoyunu rahatsız edecek boyuta ulaştı.
AKP'li bir milletvekili Erdoğan'ın Başbakanlığı sırasında "Allah'ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var. İşte bunun önünü kesmek istediler" yorumunda bulundu.
Bu açıklamaya en fazla samimi inanmış insanlar tepki gösterdi.
CHP'li bir milletvekili, ''partinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Peygamber soyundan geldiğini'' açıkladı. Bu açıklama sonrası, Kılıçdaroğlu Arap mı diye sorular gelmeye başladı. Ayrıca aslında etnik ayırımcılığa ve mezhep ayırımcılığına karşı olduğunu defalarca açıklamış olan CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu medeni insanlar nezdinde yıprattı.
Yine CHP'li bir başka milletvekili, CHP ve toplumun çok önem verdiği ''4 eski bakan hakkında yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarını soruşturan meclis komisyonuna'' katılmadı. Nedeni Kemal Kılıçdaroğlu'nun programı nedeniyle İstanbul'da olması ve bu milletvekilinin de Kılıçdaroğlu'nun yanında olmayı tercih etmesi.
Eğer bu milletvekili ön seçimle gelseydi, parti için hayati önem taşıyan komisyonu ihmal eder miydi? Ayrıca Kılıçdaroğlu, komisyona katılmanın kendi programına katılmaktan daha önemli olduğunu bilmiyor mu? Ve CHP, bu şartlarda yolsuzluğun üstüne nasıl gidecek?
Ne Erdoğan, ne de Kılıçdaroğlu, bu açıklamalara karşı bir uyarıda bulundu. Eğer demokratik davransalardı, insani değerlerin soy soptan daha önce geldiğine inansalardı, tepki gösterirlerdi.
Sonuç olarak; parti içi demokrasi olmazsa, halk da siyasete soğuk bakar. Siyasi tercihlerini doğru yansıtmakta zorlanır. Kendini dışlanmış hisseder ve demokrasi talebinde bulunmaz.