Demokrasi engelleniyor
Türkiye ekonomide, global ekonomiye, kan kaybederek uyum sağladı. Eğer yatırım sermayesini ürkütmeden sıcak para girişini kontrol edebilseydi, eğer dalgalı kur sistemi ve düşük kur politikası izlemeseydi, cari açık ve dış borç şeklinde kan kaybı da olmazdı.
Dünya yalnız ekonomik anlamda değil, demokratik anlamda da küreselleşiyor. Zira artık herhangi bir ülkedeki antidemokratik uygulamalar, bütün insanlığı rahatsız ediyor.
Türkiye demokrasi konusunda, global dünyayla giderek arayı açıyor. Bu gerçek birçok uluslararası kuruluş raporlarında yer alıyor.
Söz gelimi, Freedom House her yıl yayınladığı raporda, geçmiş yıllardan bugüne kadar, insan hakları ve demokratik özgürlükler konusunda hep Türkiye’yi “yarı özgür” ülke olarak göstermektedir
1) Türkiye’de demokrasinin yolunu önce darbeler, sonra da siyasi elitler kesmiştir. Zira dün de bugün de siyaseti halk değil, siyasi partilerdeki elitler yapıyor. İktidar veya muhalefet partileri siyaseti halka bilerek indirmedi. Genel başkanlar partileri kendi şirketleri gibi görüyorlar. Bir gelen genel başkan, kahreden yanlışları da olsa, bir daha gitmesini bilmiyor. Eğer ön seçim zorunlu olsaydı veya siyasi elitler isteseydi, milletvekilleri ve belediye başkan adaylarını halk seçerek doğrudan yönetime dahil olurdu. Öteden beri maalesef yalnız siyasi parti genel başkanları ve yanında en fazla yağ çeken birkaç elit siyaseti dizayn ediyor.
Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için önce parti içi demokrasinin gelişmesi ve halkın siyasette söz sahibi olması gerekir.
2) Dinin siyasi alanda kullanılması da demokrasinin önünü kesiyor. Avrupa’da da Hıristiyan Demokratlar var... Ancak Hıristiyan sözü yalnızca muhafazakarlığı ifade etmek için kullanılıyor. Fiilen siyasete karıştırılmıyor.
Türkiye’de yine yıllardır, dini referansla politika yapılıyor. İslam için özellikle 1980 öncesi Türk-İslam sentezi, 2000’li yıllarda Mehmet Bekaroğlu ve Ertuğrul Günay’ın başlattıkları ve fakat Has Parti’nin kurulması ile sona eren ’Sol ve İslam Hareketi’ve yine öteden beri var olan ve bugün de politikanın ana merkezine oturtulan “Laikliğin yeniden yorumu” bu referanslardan bazılarıdır. O kadar ki laikliği getiren CHP’nin bugünkü yöneticileri bile bugün aynı kulvarda bir arayış içine girmiştir.
İslam’da mezhep farkı, biat kültürünün farklı yaşanması, farklı ülkelerde demokrasi kültüründe de farklı anlayışlara yol açmıştır. Söz gelimi Filipinli Müslümanlar ile Suudiler demokrasiyi farklı şekilde yaşıyor.
Dünyada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dahil, 62 İslam ülkesi var. Bunların büyük çoğunluğu insan hakları ve demokratik özgürlükler açısından özgür olmayan ülkelerdir. Türkiye gibi birkaçı da yarı özgür statüdedir.
Özetle, uygulamada halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan demokrasinin olmayacağı denenmiş bir gerçektir.
Demek ki laiklik anlayışı demokrasi içinde, dine değil, dini tahakküme ve istibdada ve insan istismarına karşı bir duruş olarak algılanması gerekir. Laikliğin olmadığı bir Türkiye’de demokrasinin de olmayacağı çok açıktır. İslam dini bünyesinde, ibadet yanında sosyal ilişkileri yöneten yasaları da barındırır. Laiklik, hem dinin siyasi amaçla istismarını önler, hem de dinin devlet işlerinden ve yönetimden uzak tutularak daha saygın kalmasını sağlar.
3) Türkiye’de sadaka kültürü, halkın siyasi anlamda bilinçlenmesini önlüyor. Bugün yalnızca siyasi iktidar değil, muhalefet de programında sosyal yardım adı altında halka para dağıtmayı öngörüyor. İş yaratma konusunda hiçbir partinin en ufak bir projesi bulunmuyor. Bu tür maddi baskılar, toplumun demokratik zihnini kapatıyor halkın siyasi bilincini yok ediyor.
Siyasi partilerin ulufe dağıtarak baskı yapması, halkın siyasi tercihlerini engelliyor ve demokrasinin önünü kesiyor.