Davutoğlu’na 7 “kritik” soru!
Türkiye’yi “bunalımlı” bir Orta Doğu ülkesine çeviren Davutoğlu’nun iflas eden dış politikasının temelinde “gaflet” ve “dalalet” yer alıyor.
Davutoğlu’na her şeyden önce şu 7 konuyu sormak gerekiyor.
1- Neden; ısrarla, uçuşa kapalı hava sahası isteniyor?
2- Neden; ABD, Fransa, hatta Birleşik Arap Emirlikleri gibi, askeri uçaklarımız, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki IŞİD terör örgütünü vurmuyor?
3- Neden; muhaliflerin eğitim ve donatımı için gönüllü davranılıyor?
4- Neden; Kerkük’ün IŞİD’in denetimine geçmemesi için önlem alınmıyor?
5- Neden; başından beri Irak’ın kuzeyindeki Türkmenlerin can güvenliği için askeri çaba harcanmıyor?
6- Neden; burnumuzun dibinde kurulan 3 özerk Kürt devletçiği görmezlikten geliniyor?
7- Neden; Süleyman Şah Türbesi’nin tam güvenliği, her hangi bir saldırı olmadan şimdiden sağlanmıyor?
Davutoğlu’nun, bu ve buna benzer sorulara mantıklı ve tutarlı cevapları olmadığı her seferinde ortaya çıkıyor.
Aslında, bu soruların tümünün temelinde, “Müslüman Kardeşler” ruhuna aykırı davranmamak gayreti hatta şartlanması yattığı öne sürülüyor.
Böylece, geleneksel Türk dış politikasının ekseninden kaymasında “mezhep” faktörü büyük bir rol oynuyor.
Özellikle, uçuşa kapalı hava sahası istemi Suriye’ye yönelik olduğu anlaşılıyor.
Sırf, başka “mezhep”ten olduğu için Esad’ın yönetimine son verme acelesi, bundan kaynaklanıyor.
Her ne kadar, Libya, Mısır hatta Tunus’ta “Arap Baharı” projesi çökmüşse bile, “Müslüman Kardeşler Kuşağı”nın Suriye’de canlandırılması gayretleri bir türlü durmuyor.
Fakat, Türkiye ve biraz da Katar’ın dışında hiçbir ülke, artık bu projeyi desteklemiyor.
Kaldı ki; bu “Mezhep” inadına, başta İran olmak üzere, Rusya, Çin, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri hatta Suudi Arabistan gibi ülkeler karşı koyuyor.
Türkiye’nin inadı, ısrarı ve emrivakileri üzerine, “Mezhep” kökenli muhtemel askeri girişimlerle Orta Doğu’nun tam anlamı ile kontrol dışına çıkacağı şimdiden hesaplanıyor.
Zaten, Türkiye ve diğer müttefiklerinin Suriye veya Irak’ta IŞİD’e karşı başlatacağı operasyon birçok açıdan belirsizlik içeriyor.
“Ilımlı Muhalif Güçler” diye anılan örgütleri eğit-donat konsepti ile cepheye sürüp, IŞİD’i yenmek üzerine kurulu bu stratejinin, büyük zaafları bulunuyor.
Uygulamanın da başarılı olması mümkün görünmüyor.
Oysa, Türkiye için öncelik Esad’ın gitmesi değil, Suriye’de ve Irak’ta istikrarın sağlanmasında “hem fikir” olunması geliyor.
Gerçekten de Türkiye’nin özellikle Orta Doğu politikasında, “kırmızı çizgiler”i tamamen silinirken çok “gel gitler” de oluyor.
Kısacası, Davutoğlu politikasının her şeyden önce “Selefi” akımların etkisinden kurtulmanın yollarını araması icap ediyor.
Ne var ki Davutoğlu’nun; aynı zamanda bir NATO planı olan Kürtleri Akdeniz’e indirecek projeyi açıklaması dış politikamızı daha sarp ve çıkmaz hale getiriyor.
ABD’nin büyük rüyası; Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, planlanan ve ilk ayağı Kuzey Irak’ta Kürdistan yönetimi kurulmasıyla tamamlanan “NATO’nun stratejik Kürdistan koridoru”nda ikinci aşamaya geçildiği belirtiliyor.
Bu arada, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e ulaşılması hedeflenen koridor, Ahmet Davutoğlu’nun “tampon bölge” talebi ile destek bulduğu da iddia ediliyor.
Ne yazık ki Davutoğlu’nun yanlış dış politikası, Türkiye’yi Orta Doğu batağına çektiği hatta sapladığı açık bir şekilde görülüyor.
Orta Doğu’nun yanı sıra, diğer ülkelerde de dış politikamız gittikçe eriyor.
Nitekim, Birleşmiş Milletler’de geçici Güvenlik Kurulu Üyeliği için girdiğimiz seçimde en düşük oyu almamız, herhalde her şeyi anlatıyor.
Halbuki; 2009-2010’da geçici üye olan Türkiye, yeniden kazansaydı, 5 yıl içinde ikinci kez geçici üyeliğe seçilen ilk ülke olacaktı.
Öte yandan, Almanya’nın PKK’ya silah temini kararı da Türkiye’nin ağırlığının silindiğine bir başka işaret olarak değerlendiriliyor.