Çuvallayan bir dış politika!

Orta Doğu’da özellikle Suriye ve Irak’ta, artık ardı arkası kesilmeyen kanlı çatışmaları, tam olarak izleme ve değerlendirmenin mümkün olmadığı kesinlik kazanmış bulunuyor.
Gerçekten de, “petrol”den kaynaklanan ve “mezhep” ile ateşlendirilen aslında büyük “insan” kaybına neden olan çatışmaların sanki hiç bitmeyeceği sanılıyor.
Her şeyden önce, Irak’ta “olup bitenleri” sadece IŞİD örgütünün kanlı istila hareketi olarak değerlendirmemek icap ediyor.
Ne var ki, IŞİD’in amacının bölgede din ağırlıklı iktidar olmak olduğu da biliniyor.
El Kaide’nin içinden çıkan IŞİD, Irak’ta ABD varlığına direnişin en yoğun olduğu 2006-2007 yıllarında şekillendiği hatırlanıyor.
Çok katı bir Sünni İslam anlayışına sahip olan örgütün amacı; Lübnan, Filistin, Ürdün, Suriye ve Irak toprakları üzerinde dini bir devlet kurmak olduğu ve bu uğurda her türlü şiddeti uyguluyor olması ABD’yi bile ürkütüyor.
Ancak, IŞİD’a malum Körfez ülkeleri ve zenginlerinin yanı sıra İsrail’in arka çıktığı yavaş yavaş belirleniyor.
IŞİD hedefe ulaşmak için, El Nusra gibi diğer radikal gruplarla zaman zaman gücünü birleştiriyor.
Bu arada, IŞİD yalnızca Irak’ta değil, Suriye’nin doğusundaki Deyrizor bölgesinde de ilerleyişini sürdürüyor. Bölgedeki El Ömer petrol yatağının kontrolü, El Nusra’dan IŞİD’e geçtiği öne sürülüyor.
IŞİD eylemlere devam ederken, Irak’ın bölünme senaryoları da sahneye konuluyor.
Özellikle; üçe bölünmek istenen Irak’ta, Peşmergelerin Kerkük’ü tam olarak ele geçirmesi önemli bir “safha” olarak değerlendiriliyorsa da IŞİD’in bu petrol bölgesinden vaz geçmediği sanılıyor.
Aslında Peşmergeler öteden beri Kerkük’ü, Kutsal Kudüs’e benzetiyor.
Kerkük’ün söylendiği ve bilindiği kadar hem petrol kaynakları hem de rafineri kapasitesi önemli bir potansiyel teşkil ediyor.
Öte yandan; Peşmerge, Sünni ve Şii üç devlete ayrılması beklenen Irak’ta sayıları 3 milyonu bulan Türkmenlerin de “özerk bölge” kurma hakları ne yazık ki, sadece bir beklenti halini alıyor.
Peşmergelerin bir bağımsız devlet kurma hülyasının, Türkiye tarafından tıpkı İsrail gibi destekleniyor olması “gaflet”ten öte anlam taşıyor.
Kaldı ki, Peşmergelerin artık bağımsız bir Kürt devletinden ve bunu onaylayacak bir referandumdan pervasızca söz etmelerini kabullenmek, karşı gelmemek “ihanet”i bile çağrıştırıyor.
Üstelik şimdilik, nüvesi Irak’ın Kuzeyi’nde atılmak istenen bu Kürt devletinin zaman içinde “Büyük Kürdistan Devleti” haline dönüştürme, Irak’ın yanı sıra Suriye, İran ve ne yazık ki, Türkiye topraklarının da planlandığı açık açık beyan ediliyor.
Oysa, Türkiye olmadan, asla bir Peşmerge devletinin bile hayat bulamayacağı biliniyor.
Zira, hava sahasının ve sınır kapılarının kapanması halinde Peşmerge devletinin yaşayamayacağı hususu her şeyi açıkça anlatıyor.
Bu aşamada, milli bir dış politika uygulanmadığı buna mukabil AKP’nin Başbakanlık bekleyen fakat “sıfır” hale gelen “nazır”ının safsatası sırıtıyor.
Dikkat edilirse, üretilen petrolün paylaşılması bir türlü düzene sokulamıyor ve sıkıntı yaratıyor.
Zaten bu fiili durumda, sanıldığından çok petrolün Peşmergelerin denetimi altında olması tehlikeyi kendiliğinden ortaya çıkarıyor.
Hatırlanırsa, Kerkük-Musul-Telafer’i içine alan Musul bölgesi; 1926 Ankara Anlaşmasına göre, Irak’ın yönetiminden çıktığı takdirde Türkiye’nin “müdahale” hakkı doğuyor.
Altında Türkiye, Irak ve ABD devletlerinin de mühürleri bulunan bu anlamlı anlaşmanın, yürürlükte olduğu sanki unutuluyor.
Türkiye, değil müdahale hakkını kullanmayı bunu “terennüm” etmeye bile yanaşmıyor.
Bu koz ile Iraklı Türklerin haklarının yanı sıra can güvenliklerinin de koruma altına alınması gerekiyor.
Durum böylesine bir “hassasiyet” taşıyorken, AKP hükümetinin sorumsuzluğu gün be gün artıyor.
Nerden bakılırsa bakılsın, ABD’nin güvenlik kuvvetlerimize çuval giydirmesinden sonra, Türkiye’nin Irak dış politikasının da çuvalladığı görülüyor.

Yazarın Diğer Yazıları