Cehaletin egemenliğinden kurtulmak
Devlet açısından "yıkım" denilebilecek bir süreci terör örgütüyle başlatıyorlar adına "çözüm süreci" diyorlar.
Suriye'nin düşmanı olan emperyalist ülkeleri bir araya topluyorlar adına "Suriye'nin dostları" toplantısı diyorlar.
Mevcut demokrasiyi korumak bir yana her alanda ve her anlamda daha da geriletiyorlar adına "ileri demokrasi" diyorlar. Bu haliyle de demokraside bir üst lige çıkmaktan söz ediyorlar.
Başlarını kuş tüyü yastıkların üzerine koyuyorlar "başımızı taşın altına koyduk" diye açıklama yapıyorlar. "Baldıran zehri içeceğiz" diyorlar bal ile kaymak yiyorlar.
Olağan hal der gibi "OHAL" diyorlar.
Samanı, eti, mercimeği ithal ediyor "yerli" oluyorlar, emperyalist proje olan BOP'a eş başkan oluyorlar aynı zamanda "millî" oluyorlar.
Güçsüz Meclis, bağımlı hükümet, tek adam!
Yeni anayasa ile TBMM'nin bazı yetkileri kararnamelerle Cumhurbaşkanına verildi. Milletvekillerinin konuşma süreleri azaltıldı. Milletvekillerinin sayısı artırılıp, etkinliği yok edildi. Yargı tam anlamıyla iktidara ve başındakilere bağımlı hale getirildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi etnografik, folklorik ve işlevsiz bir mekanizmaya dönüştürüldü.
Hal böyleyken bu durumu "yeni yönetim sistemi ile güçler ayrılığına yaklaşılacağını, güçlü Meclis, güçlü hükümet, güçlü Türkiye" geleceğini söylüyorlar.
Adeta totalitarizmi uygulayıp demokrasiyi bulacaklarını söylemiş oluyorlar.
Gerçekte gidilen yer 'güçsüz Meclis, bağımlı hükümet, güçlü tek adam' rejimidir.
TBMM'nin yetkileri budanıyor, bütçe yapma ve bazı denetim yetkileri elinden alınıyor bir de buna "Güçlü Meclis" diyorlar.
Güçler tek elde toplanıyor bunu "güçlerin ayrılığı" diye tarif ediyorlar.
Her televizyon kanalında sürekli bir kişi konuşuyor, beyin yıkıyor, racon kesiyor, algı yönetiyor bu durum tarafsız ve bağımsızlık olarak nitelendiriliyor.
Bu tür üsluba Orwel "Yeni söylem" adını veriyor. Böyle bir rejimin tepesindekileri de sistemin aparatları her şeyi gören, bilen, asla ama asla yanılmayan sistemin mimarı olarak niteliyor.
İktidarın, iş başına gelişini milat olarak alıp hemen her olguyu eski/yeni biçimde nitelemesi totaliterliğe gidişin işaretidir. Bu durum Türkiye'de de eski Türkiye/yeni Türkiye, Demokrasi/ileri demokrasi, eski Anayasa/Yeni Anayasa biçimde kendini göstermektedir.
"Doğruluk Bakanlığı" ya da televizyonlar
Bilindiği gibi Orwel, '1984' adlı ünlü eserinde Okyanusya adlı bir ülkeden söz eder. Bu hayal ülkesinde bilginin üretilmesi ve yok edilmesi gibi konularıyla ilgilenen bir "Doğruluk Bakanlığı" vardır.
Bu bakanlık geleneksel değer yargılarına savaş açar. Düşünce bütünlüğünü ise; düşünmemek, düşünmeye gerek duymamak olarak açıklardı. Doğruluk Bakanlığı'nın ahlaka karşı açtığı savaşta hedef olarak kelimeler alınmıştı. Düşünme suçunun işlenmesini imkânsız hale getirmek için de düşünce alanının daraltılması yöntemine başvurulurdu.
Günümüz Türkiye'sindeki evcilleştirilmiş medyanın ya da yandaşlaştırılmış televizyon kanallarının %90'ı iktidarın her söylediğini ve yaptığını doğrulamaktan sorumlu mekanizmalar gibi çalışmaktadır. Başta TRT olmak üzere medyanın tamamı Orwel'in totaliter sistem olarak nitelediği yerlerde inşa edildiğini söylediği "Doğruluk Bakanlığı"nın işlevini görmektedir.
Totaliter sistem fiziki yapıları ele geçirmeden önce zihinleri teslim almaktadır. Bunun için de totaliter icraatlar uygulamaya konulmadan önce insanların kafaları karıştırılmaktadır. Bu konuda yapılan ilk iş de yerleşik kurumları ve kavramları tartışmaya açmak olmaktadır. Böylece ortak payda üreten kavramlara ve kurumlara olan güven sarsılmaktadır. Ortak değer yüklü kavramlar toplum nezdinde değersiz hale gelince toplum da kullanıma uygun hale gelmektedir.
Bunun yolu kavramları topluma tersinden okutmaktan geçmektedir. Orwel, "Savaş Barıştır", "Hürriyet Esarettir" ve "Cehalet Kuvvettir" derken yerleşik kavramların nasıl dönüştürüldüğünü açıklar.
Bugün Türkiye'de, eğitim seviyesi arttıkça oyu azalan bir iktidar var.
24 Haziran cehaletin egemenliğinden kurtuluş için önemli bir fırsattır.