BOP ortaklığımız sürüyor mu?
Türkiye-ABD ilişkilerinin hangi düzeyde seyrettiğini, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun sözleri üzerinden değerlendirdiğimizde kopma noktasına ulaşmış diyebiliriz. Acaba öyle mi?
Suriye haritasına bakıldığında yer kapma yarışının fiili gerçekliğe dönüştüğü açık olarak görülmektedir. ABD, Suriye'de yer kapıyor ve her zaman olduğu gibi yine petrol bölgelerinde hüküm sürmek adına elinden gelini yapıyor.
Boş arazileri kapmıyor.
Altı petrolle dolu alanlara yöneliyor.
Dolayısı ile Fırat'ın doğusunda var olmasının en önemli nedeni budur. Bu durum, iki şeye işaret ediyor: Birincisi, ABD savaş kayıplarını enerji kaynaklarını elinde tutarak işgal ettiği ülkelere ödetmesini biliyor.
İkincisi de ABD'nin bu tutumu ister istemez hem coğrafyanın gerçek sahipleri olan ülke yönetimini ve hem de orada olmak isteyen Rusya ve İran gibi ülkeleri öfkelendiriyor. Ancak bu durum aynı zamanda ABD'nin "Arap Baharı" söylemini çürütüyor. Çünkü enerji kaynaklarına yönelik arazi sahiplenme çabası ve stratejisi, ABD'nin gerçek niyetini ortaya koyuyor. ABD, demokrasi ihraç eden, terörizme karşı savaş veren dünyaya huzur ve barış getirecek bir ülke değil, Orta Doğu coğrafyasını kesip biçen, enerji kaynaklarına çöken bir sömürge gücü olduğunu tescillemiş oluyor.
Öte yandan Rusya ise, Çar Deli Petro'dan bu tarafa "sıcak denizlere inme" planına ulaşmış görülüyor.
Sovyetlerin çökmesinden sonra, Rusya'nın dağılma ve çökme sürecine girmesiyle, uluslararası alanı boş gören ABD, "yeşil kuşak" projesinden, bu kuşağı sahiplenme ve enerji kaynaklarına çökerken İsrail'in amaçlarına hizmet ederek "medeniyetler çatışması" bağlamında İslam dünyasını kendine hedef seçti.
1991'de Sovyet Rusya dibe vururken, ABD, Irak'a "demokrasi getirme" bahanesiyle müdahale etti. Ama ne var ki Rusya küllerinden yeniden doğdu ve eski gücüne ulaştı. Putin bunu başaran lider olarak tarihe geçti. Ve şimdi Çar Petro'nun çizdiği Büyük Rusya hayalinin gerçeğe dönüşmesine önemli katkı sağlayacak olan her ne pahasına olursa olsun "Akdeniz'e inme" planını gerçekleştirdi.
Türkiye ise ABD'nin yedeğinde siyasal çatışmalarla birbirini tüketmeye devam etti.
Siyasal enerjimizi siyasi çatışmalara harcadık.
Rusya ve ABD "dünya hâkimiyeti" projesi üzerinden iç ve dış siyaseti organize ederken, Türkiye, içte kamplaşma ve zıtlaşma, dışta, ABD ile sağlam müttefiklik tezine sarıldı.
Afganistan'ın Ruslar tarafından işgaliyle başlayan "dünyayı yönetme" gerilimi, ABD-Rusya arasında vesayet savaşlarının da başlangıcı oldu. ABD, Ruslara karşı El-Kaide'yi kurdu. Savaş, ABD lehine döndükten sonra sıra tasfiye çalışmalarına gelince, bu örgüt kendi içinden bir ABD'ye de savaş açan gruplar üretti. Ancak bütünüyle tasfiye olmadı. Sürekli şekil, biçim ve isim değiştirerek Suriye iç savaşlarına kadar geldi.
İşte şimdi de IŞİD (DEAŞ) düşmanlığı gerekçe gösterilerek PKK ve PYD devreye sokuldu. Amerika'nın Suriye içindeki maşası (vesayet gücü) bunlar oldu.
Türkiye-ABD arasında süren gerginlik, Türkiye'nin en başından itibaren BOP projesini sahiplenmesi ve ABD'nin kurduğu koalisyon güçlerinden biri olarak, katıldığı her operasyonla aslında kendisine zarar verdiğini anlamasına kadar sürdü.
Aslında ta başından beri işbaşındaki hükümet milliyetçi ve ulusalcılar tarafından defalarca uyarılmıştı. Ancak dinlemediler. En nihayet güvenliği tehlikeye giren Türkiye, halen daha hakkında tek söz söylemediği BOP'un (ortak mı değil mi belli etmeden) lideri ABD ile iplerin koparma noktasına getirmiş durumda.
Neyin nasıl olacağını yarın ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson geldikten sonra anlayacağız..