Birinci şehit, "ikinci" ihanet!..
"Yerli ve millî..." Bu sözcükler siyasetin takiye denizinde ne yazık ki batık eski bir tekne haline getirildi... Hem de gaflet ve dalaletle...
Aslında laf olsun diye söylenen, alengirli bir tepki değil bu, gaflete düşmüş yürekleri yumruklayan gerçeğin ta kendisidir aşağıda yazılanlar...
Evet; son günlerde, ülkenin tarihine ve soylu mücadelesine yönelik dejenerasyonda iki vahim örnek var ki, "vah memleketin haline vah" demekten başka bir şey gelmiyor elden...
Sırayla yansıtacağımız örnekler şu gerçeği de bir kez daha gafil suratlara çarpıveriyor; Geçmişini unutanlar geleceği göremezler... Dahası geçmişine darbe vurmaya kalkanlar, gelecekte kalkınamazlar...
Memleketin her köşesinde; devletin öncülüğünde- milletin parasıyla yapılan ne kadar "millî servet" varsa, "özelleştirme" yağmasına uğradı ya, işte bu ülkenin "millî"liği de o zamanlarda bir kenara atılıverdi...
Hele de, ülkenin haberleşme sistemi gibi çok stratejik bir kurum bile "Telekom" adı altında emperyalizmin emrine verilince, "millî"ciliğin sesi de derin kulağın sinsi insafına terk edildi!!!
"Yerli" lafını ise hiç kullanmasın AKP'liler... Neredeyse, samandan sonra maydanoz bile ithal edecek hale gelen bir gaflet sistemi tarımı külliyen çökertince, milletin cacık yaptığı hıyar konusunda bile dış devletlere köle yapıldı sofralar!..
Velhasıl, "yerli ve millî" deyince ne memleketsever olunuyor ne de milliyetçi...
***
Orhaniye tabyasına hançer!..
İşte, sahte "millî"ciliğin dilinde kapanmaz bir yara gibi duran son vahim manzara!.. Üzücü, kahredici ve isyan ettiren bir utanç manzarasıdır bu!..
Yarın Çanakkale Zaferi'nin 103. yıldönümü ya, "yerli ve millî" birkaç gazeteci 2. Abdülhamid tarafından, "stratejik Boğaz tahkimatını güçlendirmek" amacıyla 1889 yılında yaptırılan Orhaniye Tabyası'nın içler acısı durumunu haberleştirmişler...
1915'teki Çanakkale Deniz Savaşı'nda "ilk hedef" olan tarihi tabya önce "paintball" oynayanlara, sonra da piknikçilere açılınca, "millî ruh" da kebap kömürünün dumanına karışıp uçuvermiş!!!
Şimdilerde bir "çöplük" gibi kaderine terk edilince, ana giriş kapısı üzerindeki kitabesi çalınan ve bakımsızlık nedeniyle harap durumda olan tabya Kurtuluş Savaşı'na giden yolda en önemli durak olmasına rağmen, bir virane artık...
Çünkü 1990'lı yılların başında Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan "Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması"nın (AKKA) ardından "2. sınıf askeri bölge" ilan edilerek kaderine terkedilmiş ruhunda cesaret ve asalet taşıyan o tarihi tabya!..
Kimileri diyecek ki, "Orası '2. sınıf' diye önemsiz hale getirilirken AKP yoktu ki..."
Hadi diyelim ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün destanlaştığı Çanakkale, iktidar partisinin pek umurunda değil... İyi de, o tabyayı yapan Abdülhamid için her fırsatta destanlar yazan, televizyon dizileri çektiren, şatafatlı etkinlikler düzenleyen AKP 16 yıldır iktidarda değil mi?..
Evet; Çanakkale ruhunun dolaştığı zafer arazilerini bile, sanki "2. sınıf tarım toprağı" gibi kaderine terk edenlerin ülkesidir Türkiye...
Ağzından "yerli ve millî"yi düşürmeyen, ancak "yerli"lik ve "millî"likle ilgili ne varsa bir kenara atan AKP'nin Türkiyesi'dir burası...
Peki; Çanakkale'nin ruhuna ve binlerce şehidine saygı duyabilecek bir Kültür Bakanı çıkıp soracak mıdır acaba; "19 Şubat 1915'teki ilk düşman saldırısında, ilk subay ve ilk erin şehit olduğu Orhaniye Tabyası nasıl 'ikinci sınıf' görülebilir acaba?.."
***
Zaman, ruh ve marş...
Gelelim bir başka büyük gaflete... Hem de 18 Mart yaklaşırken, hiç olmadık bir zamanda gündeme getirilen bir başka tartışmaya!..
Oldum olası savunurum; olayları yaşandığı koşullara göre değerlendirmeyenler sosyal-siyasal-ekonomik başta olmak üzere, her alanda yanlış analizler yapmaya mahkûm olurlar!..
Bir olay "nerede, nasıl" ve en çok da "hangi zaman"da yaşandı acaba?.. Yani, o günün "koşullar"ı nasıldı, hangi zorluklar vardı, hangi engeller aşıldı, yapılanlar nelere mal oldu ve nasıl sonuçlanabildi?..
Ve en önemlisi de, o günkü psikoloji, davranış biçimleri, dış etkenler, çevresel faktörler, velhasıl bir numarada sayılması gereken "ruh hali" nasıldı o gün?..
Tarihin her hangi bir döneminde yaşanmış, üretilmiş, yapılmış-edilmiş ne varsa; olayları içinde bulunduğu koşulları bir kenara iterek bugünkü ahval ve şeraite göre yorumlamaya, şekillendirmeye ve değiştirmeye kalkmak işte o "ruh" haline hançer saplamak gibidir...
Örneğin; Kurtuluş Savaşı'nın koşullarını bilmeden Atatürk'e saldıranlar, laikliği anlamadan dincilik yapanlar, ülkenin "fakruzaruret içinde, harap ve bitap" düştüğünü görmeden, cehaletin Osmanlı'yı da geri kalmış bir Orta Doğu viranesine dönüştüreceğini anlayamayanlar cumhuriyete saldırırlar hep...
Hem de bilgisizlikle, cehaletle, ruhsuzlukla, gaflet, dalalet ve hatta hıyanetle!!!
Evet, "koşullar, ortam" ve tabii ki "zaman"dır her şey...
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise İstiklal Marşı'nda değişiklik isterken, işte zamanın ruhunu bir kenara attığı için yanılıyor ve hata ediyor...
"En büyük üzüntüm bu emsalsiz marşın (İstiklal Marşı) hakiki manasını yüreklere nakşedecek bir bestenin bulunamamış olmasıdır. O beste ile güftenin birbirini tamamlaması çok önemlidir. Burada bestekarlara büyük iş düşüyor. Temenni ediyoruz ki o da çıkar" diyebilen Erdoğan da zamanın ruhunu unutuyor işte...
Sözün özü; Kurtuluş Savaşı'nın en heyecanlı günlerinde, toplumda "ulusal bilinci pekiştirmek" amacıyla da yazılan İstiklal Marşı aslı gibi kalmalıdır... Çünkü "marşın hakiki manası", yazıldığı koşulların asaletinde saklıdır...
Çünkü beste de güfte de "zamanın ruhu"nu; Çanakkale'nin, 1919'un ve Kurtuluş'un havasını, çağdaş Cumhuriyetin ayak seslerini yansıtıyor kulaklarda her çınladığında...
Diyeceksiniz ki; tam da yarın Çanakkale Zaferi'nin 103. yıldönümü kutlanacakken, Çanakkale'nin "ilk" şehit verilen tabyasını "2. sınıf" diye kaderine terk eden ve İstikkal Marşı'nı bile değiştirmeye kalkışarak "yerli" ve "millî" ruhu unutanlara neyi anlatıyorsun ki?..