Bir ilk: Taziye mitingi!
Recep T. Erdoğan, bir ara Türkiye’ye uğradı ve Çağlayan Adliyesi’nde katledilen Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın evine başsağlığına gitti.
Apartman önüne ses düzeni kurdurttu, “taziye mitingi” yaptı.
Din ve siyaset...
Ölüm ve propaganda...
Cenaze evinde mahviyet hâkim olmalıydı. İnsanların acısı var.
Bilmiyorum, R. T. Erdoğan taziye mitinginde alkışlandı mı?
AKP’nin ilçe başkanı, sağa sola “Koşun, mitingimiz var” yollu haberler salmış.
Oraya toplananlar taziye için toplanmadılar; R. T. Erdoğan’ın mitingi için toplandılar.
Bir Müslümanın cenazesinde en büyük ayıp alkıştır.
Miting için toplananlar nerede bulunduklarını bile bilmiyorlardır. R. T. Erdoğan’ın belâgatıyla cûş u hurûşa gelip el de çırpmışlardır.
Bir cenaze evinde çocuklar bile koşuştursa, büyükler hemen ikaz ederler: “Sessiz olun, cenaze evindesiniz!”
R. T. Erdoğan’ı kim ikaz edecek? Piyasada en çok görülenler Hayrettin Karaman, Nihat Hatipoğlu, Cübbeli Ahmet, “Taziye evinde miting yapılmaz; hele siyaset hiç... İslâmın ruhuna aykırı” diyebilecekler mi? (Tabiî Diyanet ağzını açamayacaktır.)
Recep T. Erdoğan, taziye mitinginde: “Gün birlik günüdür, gün beraberlik günüdür. Âdeta bir millî duruşun olması gereken gündür. Bu konularda hassasiyetimiz gerekiyor ve inancımızın bize emrettiği istikamette bu yürüyüşümüzü devam ettireceğiz” demiş.
Millî duruş milliyetçiliği gerektirir; o ise milliyetçiliği ayak altına aldı; nasıl olacak millî duruş?
Maktül cumhuriyet savcımızın cenaze törenine bazı basın yayın-yayın organları alınmadı. Ahmet Davutoğlu, “Ben aldırmadım” diyor:
Ahmet Bey’in şu sözleri sansür tarihine geçecek niteliktedir:
“Medyamızın büyük bir kesimi, son derece sağduyulu bir şekilde ailenin bu acısını paylaşırken, Türkiye’ye dönük bu saldırıya ortak kader bilinciyle hareket ederken, başka bir kesimi, dün şakağına silah dayanmış resimleri yayımlama cüreti ve açık söylüyorum nezaketsizliğini, ahlaksızlığını göstermişlerdir. Akreditasyon talimatını ben verdim.”
Bunca yılın gazetecisi olarak söylüyorum... Maksatları belli bir iki gazetenin dışında, kimse bilerek o fotoğrafları yayınlamamıştır. Gazete yönettiğim zaman benim önüme o görüntüler gelseydi, sayfaya koymaya tereddüt etmezdim. Altına da “lânet”i yazardım.
Bir vâkıa var ve bir örgütün son kalıntıları tarafından, maktül savcımız nezdinde, devlet esir alınmıştır. Kişiye bağlı bir hâdise değildir bu.
Sen, ben yayınlamasak bile birileri yayınlıyor. Bu zamanda herkes görür. Bazı basın-yayın organlarında çıksa ne olur, çıkmasa ne olur.
Şu da var...
Ahmet Bey biliyordur elbette: Kişi vefat edince özellikle Hanefîlere göre, nikâhı sâkıt olur.
Merhum savcımız, devletten sâkıttır ve bundan sonra söz hakkı maktülün yakınlarınındır.
Cezaî bir durum varsa, adlî tedbir için müracaat edersin. Nitekim sonra yayın yasağı getirdin. Ama kanunî bir işlem olmadan, “Onu al, bunu alma!” demek, Saddamlaşmak demektir, Kaddafîleşmek demektir!