Başkanlık geldi her şey düzeldi!
Malum koro yeni sistemle 'Türkiye'nin şahlanacağını, ekonominin düzeleceğini, demokrasinin derinleşeceğini' söylüyor. Bu zihniyete göre artık "Bürokratik oligarşi sona erdi". "Vesayet sistemi gitti halkın egemenliği kuruldu". "Millî ve yerli yönetim geldi" .
İktidara yaranma amaçlı da olsa bu tür iyimserlik iyidir. Umutlu olmak olumludur. Ancak tek adam rejimini kutsayanlar çıtayı çok yüksek tutuyor. Beklentiler gerçekleşmediğinde bu durum büyük hayal kırıklıkları yaşatır.
Aynı koro bir zamanlar Annan Planı'nın Kıbrıs'ta çözüm, Çözüm Süreci'nin ülkede barış, Zürih Protokollerinin Ermenilerle kardeşlik üreteceğini iddia etmişlerdi. Hepsinde söylediklerinin tersi çıktı yüzleri asla kızarmadı.
Bu güruhun söylediklerine bakılırsa sanki on altı yıldır Türkiye'yi başkaları idare ediyordu. Sanki on altı yıldır iktidarın başındakinin 'bir söylediğini iki eden' bir bürokrasi vardı. Dahası sanki on altı yıldır iktidardakiler "millî ve yerel" değildi. Sanki Kılıçdaroğlu, BOP eş başkanıydı, samanı ve eti sanki CHP ithal ediyordu!
Yürürlüğe giren ve ne deveye ne de kuşa benzemeyen Cumhur Sistemi umulur ki devletin, milletin, demokrasinin hayrına sonuçlar üretsin!
Ama durum temenni edilerek geçiştirilecek kadar basit değildir.
Sistem ya da insan!
Bir defa şunu önemle vurgulamak gerekir ki gerçekte iyi sistem kötü sistem yoktur, sistemin iyi uygulayıcıları ya da kötü uygulayıcıları vardır.
Hangi sistem gelirse gelsin onu işletecek ya da işlevsiz bırakacak olan insandır. Çok kötü bir sistem bile iyi yetişmiş, işinin ehli insanlar elinde topluma huzur ve refah getirebilir. İyi bir sistem de kötü yönetici ya da uygulayıcılar elinde toplumda huzursuzluk ve kargaşa yaratabilir. Yönetim tarihi bunun örnekleriyle doludur. Çünkü kötü uygulayıcı doğru işi yanlış, yanlış işi de doğru yapabilir.
Sistemin iyiliği ya da kötülüğü başlı başına sonuç üretmez!
Eski Yunan'da "Devleti ya bilgeler yönetmelidir, ya da devleti yönetenler bilge olmalıdır" diye meşhur bir ilke vardı. Bu ilke her şart altında ahlaki, ilmi ve insani vasıflarla donatılmış insanlara ülke yönetiminin bırakılması gerektiğini söyler.
Sorun devletin başına iyi, kalifiye, birinci sınıf insan getirmekle de bitmiyor. Bilge olduğu ya da birinci sınıf olduğu sanılarak devletin başına getirilenler, gerçekte böyle değil de cahil ve kötü niyetli çıkarlarsa onların kötülüğünden devleti ve toplumu nasıl koruruz? Sorusu da o dönemlerde sorulmuş haklı bir soruydu.
Bu soruya eski Yunan'da şöyle bir cevap verilmiştir: "Devlet yönetiminde öyle bir yapı meydana getirilmelidir ki bu yapı, devletin başına kim gelirse gelsin (hain biri bile gelse) topluma hayırlı ve yararlı işler yapmaktan başka bir yol bulamasın" der.
Bir anlamda iktidar erkinin tepesinde bulunan kişinin hata yapma ihtimaline karşı toplumun, bu yanlış ve zararlı uygulamalardan kurumsal yapılar tarafından korunması gerektiği düşünülmüştür.
Günümüzde kuvvetlerin ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve hukuk devleti gibi kavramların amacı da budur.
Türkiye 9 Temmuz'dan bu yana artık resmen her şeye bir kişinin karar verdiği ülkedir. Dahası kritik ve stratejik mekanizmalarla ilgili karar verme makamları değişmiştir. Valiler gerekli görürse silah dağıtabilecek, İçişleri Bakanı, ülkenin idari bölümlere ayrılmasını düzenleyebilecek, ilaç fiyatlarını başkan belirleyecektir.
Dahası ehliyet ve uzmanlık ikinci plana atılmıştır. Örneğin Rektörlük için profesörlük şartı kaldırılmış, Bakan yardımcılığı Anayasa Mahkemesi üyesi olmak için yeterli sayılmıştır. Ekonominin başına bin bir meziyetle donatılmış damat getirilmiştir. Dolar ise bütün zamanların rekorunu kırarak beş liraya yaklaşmıştır.
Kısacası; yandaşlar, durum pazarladığınız kadar iç açıcı değildir!