Başbuğ'a neden kızdılar?

AKP iktidarında, terör örgütü yöneticiliğinden hapse atılan 26'ncı Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, ne dedi de Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan bu kadar öfkelendi? Başbuğ, hepsini açık düşürdü de ondan mı?

Başbuğ, "Afrin'de Mehmetçik çatışıyor, askerimiz çatışıyor, şehit oluyor. Asker çatışırken, şehit olurken siyasidir falan gibi söylemlerin tartışılma zamanları değil. Böyle konuların gündeme getirilmesini doğru bulmuyorum. Türkiye geleceğin güçlü bir devleti olacak. Bugün de durumumuz zaten ortada, böyle bir devlet varken, siz küçük emeller peşinden gidip bunu YPG'ye, PYD'ye adeta Türkiye karşısında böyle bir tartışılması bile çok rahatsız ediyor. Bu rahatsız edici bir şey, bu mukayese edilecek, karşılaştırılacak bir konu değil." dedi.

***

Bu cümlelerde Erdoğan ve Bahçeli'yi rahatsız eden nedir? Başbuğ genel bir değerlendirme yapıyor. Ana fikir, Afrin'deki harekâtın siyasete alet edilmemesi... Tabii, Türkiye'nin PYD/YPG ile mukayese edilmesinin doğru olmadığını da söylüyor.

Önce Devlet Bahçeli, "Partimizin Afrin üzerinden siyasi hesaplar yaptığını söyleyenler karaktersizdir. Afrin'i siyasete alet edenler kimlerdir? Kimi kastediyorsun? PKK'ya laf etmeyenler neyden gocunmuşlardır?" dedi.

Ardından Tayyip Erdoğan, "Bir defa, siyasete alet edildiğini söylemek onun haddine mi? Yazıklar olsun gereği yapılacak" diye konuştu ve "Bunu Esed'le görüşenlere söylesin" diye CHP'yi adres gösterdi.

***

Başbuğ'un, eski bir Genelkurmay Başkanı olarak iktidar-muhalefet ayırımı yapmadan, "Afrin konusu siyasete alet edilmesin" demesinden bu kadar alındıklarına ve "karaktersizlik", "yazıklar olsun" gibi tepkiler verdiklerine göre çok rahatsız oldukları belli.

Oysa, savaşan bir ordunun iç siyasete alet edilmemesi ve tartışmalara konu edilmemesi, herkesin ortak arzusu olması gerekir.

Bahçeli ve Erdoğan, tepkilerini dile getirmeden önce, sabah erkenden, Cumhuriyet'te, Prof. Dr. Erol Manisalı'nın "Dış politikanın ABC'si ve Ankara" başlıklı yazısını okudular mı bilmiyorum!

Manisalı, Batılı bloğun, dış politikada demokrasiyi bir araç olarak kullandığını, Çin, Rusya gibi Batı dışı büyüklerin ise otoriter rejimlerini ulusal devlet çıkarları ile bütünleştirdiğini, demokrasinin hiç görülmediği veya biçimsel olarak bulunduğu ülkelerde ise dış politikanın, her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın bir aracı gibi kullanıldığını yazmıştı.

***

Bunun örneklerini geçmişte yaşamadık mı? "One minute" senaryosu, uluslararası bir başarıymış gibi kullanılarak hatta savaş kazanılmış gibi yansıtılmadı mı? Erdoğan, İstanbul'da "3. Abdülhamit geliyor" diye karşılanmadı mı?

One minute olayından bir ay önce İsrail'in Jerusalem Post gazetesinde Herb Keinon, "İsrailli üst düzey yetkililer, Erdoğan'ın, yüksek profilli bir uluslararası diplomatik başarıya ihtiyaç duyduğunu söyledi" diye yazmamış mıydı?

Dönemin BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon, Erdoğan'a, "Orta Doğu'da liderliğinize ihtiyaç var" diye seslenmemiş miydi?

Avrupa Musevi Kongresi Başkanı Besnainou, Türkiye'de Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile görüştükten sonra "Erdoğan'ın, İslâm dünyasının sözcüsü olması gerekiyor" dememiş miydi?

İsrail Başbakanı Ehud Olmert, bakanlarını, "Türkiye aleyhine konuşmayın" diye uyarmamış mıydı? Türkiye Başbakanı, İsrail Cumhurbaşkanı'na alenen "katil" dediği halde İsrail susuyordu!

Mavi Marmara'yı, Doğu Akdeniz'e göndermek de aynı senaryonun parçası değil miydi?

Stratfor yazışmalarında, Tayyip Erdoğan'ın, Kissinger'e "Bir noktada İsrail'le köprüleri atıp, İslam dünyasına yaklaşacağını" söylediği ve Kissinger'ın "Erdoğan, İslam dünyasının lideri olma niyetinde" dediği yok muydu?

***

Şimdi, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na düşen, iktidarıyla muhalefetiyle iç cepheyi bütünleştirmektir, ayrıştırmak değil.

Yazarın Diğer Yazıları