Bakanlık odalarına dikkat!
ABD'nin küresel anlamda hegemonya kurma sürecini biraz araştıran, siyaset bilimi üzerine azıcık kafa yoran herkes bilir ki; Amerika merkezli danışmanlık firmalarının hepsi CIA bağlantılıdır.
Günümüzde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin siyasi liderlerini değiştirebilecek güce erişen bu danışmanlık firmaları, Amerikan hükümetlerinin fazla bir maliyete girmeden gözüne kestirdiği ülkeleri sömürgeleştirmesine imkân sağlar.
Peki siyasiler bile bile, göz göre göre neden bu danışmanlık firmaları ile anlaşırlar?
Cevabı çok basittir; iktidarda kalabilmek.
Bu sayede ABD'ye açık bir sermaye ve sıcak para mesajı verilmektedir; "Biz size bağlıyız, sizin ekonomik kurallarınıza göre hareket edeceğiz, uluslararası piyasada yalnız kalmak istemiyoruz."
Yapılan anlaşmalarla o ülkelere birçok ABD yatırımı yapılır. Ama sömürgeleştirme süreci haşlanan kurbağa sendromu gibidir, yavaş yavaş gerçekleşir. Bu sayede olası halk hareketleri ve medyanın tepkisi önlenir.
ABD'li danışmanlık şirketlerinin girdiği ülkelerin en önemli özelliği medyadaki tekelleşme ve tek sesliliktir. Bu sayede firmaların istedikleri gibi at koşturması hakkında kamuoyunun hiçbir bilgisi olmaz. Kim nerede, ne şekilde, neye göre çalışıyor anlaşılmaz.
Böylece sömürgeleştirme süreci çok daha rahat işler.
Türkiye de ne yazık ki böyle bir pozisyona düşürülmek isteniyor.
Aslında bu politika 1950'lerden itibaren izleniyor. Soğuk Savaş'ın da etkisiyle ABD'ye bağımlı hale gelen ekonomimiz bu cendereden bir türlü sıyrılamadı.
Bu yüzden bugün dahi FETÖ'yü, PKK'yı besleyen, büyüten ve üzerimize salan ABD ile ilişkileri belirli bir dengede tutma kaygısı içindeyiz.
Ne kadar üst perdeden konuşulursa konuşulsun, ne kadar milliyetçilik yapılırsa yapılsın, iktidara gelen tüm siyasiler için bu durum ne yazık ki aynı olmuştur.
Çünkü kendilerine ve halkına güvenmeyen siyasilerimiz birçok noktada dışa bağımlılığın önüne geçmekten, oluşturulan sömürü düzenine kendi iç dinamikleri ile mesafe koyabilmekten imtina etmişlerdir.
Bunu başaran ülkeler, genellikle Avrupa devletleridir. Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere, Belçika, İspanya gibi ülkeler ABD ile ilişkilerini dengeli yürütürler. ABD, bu ülkelerin askerlerinin başına çuval geçirip, onların üzerine terör örgütleri salmayı hiçbir zaman denememiştir.
Ancak bu sefer Türkiye'nin önüne gelen çok daha tehlikeli ve aleni.
"Uluslararası yatırımcılar için referans" olarak sunulmaya ve aklanmaya çalışılan McKinsey ile anlaşmak adeta "Biz 3. dünya ülkesi olduk, ilan ediyoruz" demek gibi.
Anlaşmanın içeriği de son derece detaysız ve bilinmezliklerle dolu. "Her çeyrekte bizi kontrol edecekler" diyerek üstün körü geçiştiriliyor. "McKinsey nereleri denetleyecek, kaç kişi çalışacak, nasıl bir program sunacak, ne gibi bir rapor beyan edecek?" bu soruların cevabını bulamıyoruz.
Türkeş'in İçişleri Bakanlığı'nda bulduğu CIA ofisi
ABD'nin Türkiye'ye vize yasağı getirdiği günlerde "İçişleri Bakanlığı'ndaki CIA ofisi" başlıklı yazımda 1960 Askeri Müdahalesi sonrasında Alparslan Türkeş'in Bakanlıkta bulduğu CIA ofisini hatırlatmıştım.
Tekrar paylaşmak elzem hale geldi.
Gazeteci Hulusi Turgut'un, Alparslan Türkeş'in hayatını anlattığı "Şahinlerin Dansı" isimli araştırma-inceleme çalışmasında konu şu şekilde geçmektedir:
"27 Mayıs'tan sonra, bakanlıkları dolaşmaya başladım, İçişleri Bakanlığı'na gittiğimde, orada, ayrı bir odada, bir ayrı büroda Amerikalıları gördüm. Bizim yetkililere 'Nedir bu?' diye sorduğumda şu cevabı aldım:
'Biz komünizmle mücadele için Amerika ile iş birliği yapıyoruz. Buradaki Amerikalılar da onlarla bizim aramızdaki iş birliğinin koordinasyonunu yapıyorlar.'
Ama işi biraz daha inceleyince gördüm ki, İçişleri Bakanlığı'na dışarıdan gelen şifre, telgraflar ile bakanlıktan dışarı çıkan tüm evraklar oradan geçiyor. Yani onlar, bunları görüyorlar, kontrol ediyorlar.
Bunu öğrenince dedim ki:
'Bunlar buradan çıksınlar, Amerikan Yardım Binası'na gitsinler. Orada çalışsınlar.'
Ben bu talimatı verdikten sonra CIA'nın Ankara'daki başkanı olan Amerikalı zat (Arthur V. Miller) bana geldi. Ben ısrar ettim. Sonra dedim ki, 'Biz sizinle dostuz. Amerika ile dostluğumuzu sürdürmek kararındayız. Komünizmle mücadelede sizinle iş birliği yapacağız.
Fakat onlar orada kalmamalı.'
Derken, Amerikan Büyükelçisi geldi. Aynı talebi ileri sürdü. Israr ediyorlar, üzülüyorlardı. Ona da aynı şeyi söyledim. Bununla da yetinmeyip, ardından daha sonra bir de mektup yazdı Amerikan Büyükelçisi, 'Orası, zaten küçük bir odadır, önemli değildir. Orada kalmalarına müsaade edin' diyordu."
Türkeş, daha sonrasında 14'ler grubuyla sürgün edilmiştir. O odanın akıbeti ise bilinmemektedir.
Günümüze dönecek olursak McKinsey'nin 16 bakanlıkla koordineli çalışacağı belirtiliyor.
Odalara dikkat edelim!