'Aydınlar Dilekçesi' ile 'PKK Dilekçesi' aynı mı? (1)
"Aydınlar Dilekçesi" (Başlığı: "Türkiye'de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler") 5 Mayıs 1984'te Kenan Evren Cuntası'na verilmişti. 1300 kişi imzalamış, kimi sonra imzasını çekmişti. Epey tartışması oldu. Mahkemeye verilenlerin hepsi beraat ettiler.
Akademisyenlerin "Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi" yeni... Bir de bunun mahallî dille karşılığını başlığa koymuşlar.
"PKK Bildirisi"ne imza atan akademisyenler hakkında soruşturma açıldı. "Suç işlemede" ısrar eden dört akademisyen tutuklandı. İddianamede vahim iddialar var. Bu "PKK Bildirisi"ni 1128 akademisyen imzalamıştı. En çok imza -yazmıştım- Boğaziçi Üniversitesi'nden. İmza toplama merkezi de bu üniversitede. (Gülay Rektör'ün, tutuklanan kendi öğretim üyesini "kurtarmak" için hususî gayret göstermesini, savcılarla görüşmesini gazetelerin yazdığını, şehitlerimizi aklımıza getirerek, acı acı hatırlayalım.)
Dört akademisyenin tutuklanması beni şaşırttı, diyebilirim. 1128-4: 1124... Niye dördü içeride de 1124'ü dışarıda? Gazetecilerin yazdığına göre bu dördü "suç" işlemede ısrarcı olmuşlar. Bu imzacıların yarıya yakını yurt dışından. Bulabildiklerinizi sorgulayın, iddianamenizi hazırlayın. Mahkeme baksın, sonunda ceza verirse tutuklansın. Benim anlayışım böyle...
Daha önce komünist yazarların başını çektiği "Aydınlar Dilekçesi"nde yazılanlarla, son 1128 imzalı bildiri arasında bir paralellik kuruluyor ve "'Aydınlar Dilekçesi'ni imzalayanlar beraat ederken, 'Barış Bildirisi'ni imzalayanlar neden tutuklanıyor?" diyorlar.
İki bildirinin birbiriyle benzer hiçbir yönü yoktur.
Biri dikta rejimine karşı verilmiş, diğeri doğrudan PKK safında, devlete karşı yayınlanmıştır. İki bildiriyi karşılaştıracağım.
"Aydınlar", kendilerine "Türk" sıfatını vererek diyorlar ki: "Biz Türk aydınları, eksiklerimizin ve sorumluluğumuzun öneminin ve önceliğinin bilincindeyiz. Bu bilinç, bize toplumumuzun sağlıklı ve güvenli bir düzene geçişiyle ilgili görüşlerimizi açıklama görev ve hakkını vermektedir (...) Demokrasiyi kendi öz değer ve kurumlarına yabancılaştırmak, biçimsel olarak koruyup içeriğini boşaltmak, onu yıkmak kadar tehlikelidir. Bu nedenlerle tarihsel birikime dayalı devlet yapımızı ayakta tutan kurum, kavram ve ilkelerinin korunmasını ve demokratik ortam içinde güçlenmesini savunmaktayız."
PKK bildiricileri, Türkçe yanında bir de mahallî dil kullanmaları, zaten meselenin etnikçilik olduğunu, etnikçilik içinde de PKK'nın özel anlam taşıdığını ortaya koyuyorlar. Diyorlar ki: "Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir."
Biri ülke bütünlüğünde "demokrasi" ararken, diğeri, ülkeyi çoktan bölmüş, devleti saldırgan gösteriyor.
1984 ile 2016 bildirileri arsında benzer hiçbir tarafın olmadığının bilinmesi lâzım. Devam edeceğiz.