Artık hem söz hem de top Reis'te
Türkiye'nin bir kişinin iki dudağı arasından çıkanın kanun olduğu bir döneme girdiği açıktır.
On altı yıldır aslında bir kişinin tek başına yasal ve anayasal olmayan fiili yönetimi vardı.
Sözgelimi; Kıbrıs'ta Annan Planı'nı kabul ettiren, Ermenistan'la Zürih protokollerini imzalattıran, Suriye ile ortak bakanlar toplantısı yaptıran, Süleyman Şah Türbesi'ni yerinden nakleden, dört milyon Suriyeliyi Türkiye'ye taşıtan, FETÖ'yle aynı menzilde yürüyen, PKK ile "çözüm süreci" için "baldıran zehri içen ya da içtiren" tek adam rejimiydi.
Şimdi "fiili durum hukukileşti" ve bir kişinin aynı zamanda yasa, anayasa, hukuk anlamına geldiği bir döneme girildi.
Türkiye neredeyse 1908 öncesi rejimini yeniden test edecek. Yasal, anayasal, yapısal değişiklikler ile yeni rejime uygun idari yapılanma gerçekleştirilecek.
Umulur ki geçmişten ders alınır, geçmişte örnekleri görüldüğü gibi milletin ve devletin kaderi deneme yanılma ile yol bulmaya çalışan kadroların inisiyatifini terk edilmez.
Ehliyet ve liyakat sorunu!
Bundan altı yıl önce 30 Eylül 2012'de Başbakan Erdoğan şöyle demişti: "Öncelik, "ehliyet ve liyakat"dır... Sadece sadakat yetmiyor. Ehliyet ve liyakat yoksa sadece sadakat olmaz. Hocamın sözü vardı; siyasette tekkeye derviş aramayacaksın, bu işi yapacak ehil insan arayacaksın."
Yeni hükümet yapısıyla ilgili olarak bu defa Cumhurbaşkanı Erdoğan, altı yıl sonra "Yeni atanacak Bakanlarda aranan ehliyet, liyakat olacak. Ehliyeti ve liyakati öne çıkarmak suretiyle yeni döneme girmiş olacağız." Dedi.
Altı yıllık dönemde ehliyet ve liyakat konusunda iktidar sınıfta kalmış, ehliyet ve liyakatli diye kamuoyunun önüne çıkardığı belediye başkanlarını "metal yorgunu" diyerek kendisi görevden almıştı.
Demek ki liyakat ve ehliyetin önemine dikkat çekmek yetmiyor. Asıl olan gerçekte liyakatli ve ehliyetli olanı görmek, seçmek ve görevlendirmektir.
Türkiye'de on altı yıldır liyakatin ve ehliyetin ölçüsü AKP'li ya da reisçi olmak olarak görüldü.
Bugün bunun tersinin olacağını düşünmek için hiçbir neden yoktur.
İddiası, tezi, ideali, azmi bitmiş "metal yorgunu" kadrolarla Türkiye on altı yıldır yönetiliyor.
Paraya, iktidara, makama, şöhrete, şehvete doymuş, anlatacak hikâyesi kalmamışlar arasından liyakatli ve ehliyetli insanları bulmak kolay değildir.
Liyakatlilerin iktidarını kurmak
İslam "emaneti ehline vermeyi" emreder.
Eski yunanda "Devleti ya bilgeler yönetmeli ya da devleti yönetenler bilge olmalıdır" denilmişti.
Eflatun; "Devlet işleri içten gelen bir sevgi, edep ve kâmil akıl ile yürütülmezse onun sonu çöküş ve yok oluştur" der.
İnsanlık tarihinin başından bu yana yönetimi yetersiz, yeteneksiz, korkak, bilgisiz, fanatik, partizan ve cahil insanlara vermeyi savunanlar olmamıştır.
Ama bu tür insanlar da devletlerin başına gelmişler ve milletlerin başını da belaya koymuşlardır.
Liyakatlileri yönetime getirmek, bilgi, adalet, ehliyet ve uzmanlık dışında devlet yönetiminde ölçü tanımamak, liyakatlilerin iktidarı için zorunluluktur.
Toplumda değerlilerin, seçkinlerin ve ehliyetli olan kişilerin güçlü ve etkili olması gerektiğini savunan ve meritokrasi diye nitelendirilen görüş bunu anlatır.
Meritokrasi ideal anlamda yönetimde "bilenle-bilmeyeni", "ehliyet sahibi olanla olmayanı", "çalışkanla tembeli" birbirinden ayırarak layık olanlara yönetim sürecinde yer vermeyi öngörür.
Bu tür yönetimler parti, eş, dost, akraba, mezhep, etnisite, cinsiyet değil yalnızca liyakat ve ehliyeti esas alırlar.
Sonunda tek adam işi ya da hizmeti başkaları (bürokrasi) vasıtasıyla yapacaktır.
Kamu makamları (bürokrasi, belediye başkanlıkları vb) boş, tembel, pısırık, partizan, fanatik ve yoz kadrolarla doldurulunca -ki tek adam rejimlerinde böyle olma ihtimali yüksektir- başarısızlık için başka hata yapmaya gerek kalmayacaktır.
Artık top reiste!