Alemdar'a gittim ama Melahat'i atmadım!

'İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalı Çarşı;

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;

Güvercin dolu avlular.

Çekiç sesleri geliyor doklardan,

Güzelim bahar rüzgarında, ter kokuları;

İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı!'

Bu mısraların yazarı Orhan Veli Kanık. Beykoz'da doğup, burada yetişmiş bir şair. Hayata veda edene kadar hep "İstanbulluyum" demiştir.

Orhan Veli'nin Dedikodu adlı şiirinde "Melahat'i attığını" söylediği Alemdar sinemasını bilen kaç kişi kaldı. Neredeydi biliyor musunuz? Divanyolu'ndan Gülhane'ye inen yolun solunda. Bir dönemin ünlü Amerikan Dersanesi'ne komşuydu. Bu sinemaya gittiğim günü iyi hatırlıyorum. Filmin ismi "Gece Yolcuları" idi. İlginç olan konusuydu. Gazete taşıyan kamyonların şoförleri anlatılıyordu. Başrolünde Ayhan Işık vardı.

Kanık'ın "Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; git gidebildiğin yere" diye tanımladığı yine İstanbul. "Bir de rakı şişesinde balık olsam" dediği Galata'daki bir Rum meyhanesi. Kedilerin müşterilerin dizine patileriyle dokunup, yiyecek istediği yerlerden. Fener'den Balat'a kadar uzananlar teker teker kapandı. Filmlere konu olan Marmara şaraphanesi bile artık yok. Elde tabureyle dolaşan "ayakçılar" daha önce yok oldu. Şimdilere bakıyoruz bir üzüntüdür almış gidiyor; "Reina kapanıyor". Kendi adıma konuşursam, çok da umurumda?!

Bir başka kalemden

"Kaybolan İstanbul'dan Hatıralar", Hikmet Feridun Es'in seri röportajlarının toplandığı kitabın adı. Hayat Dergisi'nde yayınlananlar günümüze Selçuk Karakılıç tarafından taşındı. Kitabın içinde neler var neler. Eski İstanbul adlı bölümde Arjantin'de rastlanan bir vatandaşımızla sohbet anlatılır. "30 yıl sonra artık gidiyorum. Ne programım var bilseniz. İstanbul'da en çok balıkları göreceğim geldi. İlk işim Balık Pazarı'ndaki koltuk meyhanelerinden birine kurulmak. Gelsin Çingene Palamudu, buzlu rakı ve fasülye pilakisi. Oradan çıkınca tramvaya atlayacağım." diye devam eder.

Benzeşen bir olay da benim başıma geldi. Washington DC'deyim. şimdilerde İstanbul Hukuk Fakültesi'nde profesör olan Osman Akın'la Georgetown Park'a gittik. Tıraş olacağız. Berberde sıra var. Karnımız aç. Bir fast food yerine daldık. Bizimkilere benzeşen yiyecekler bulduk aldık. En çok hoşuma giden küçük lahana sarmaları olan salataydı. Verilen kaba doldurdum. Bir yandan tıkınıyor, diğer taraftan konuşuyoruz. Hesabı ödemeye kasaya gittim. 65 yaşlarındaki adam "Para mara yok" deyince şaşırdım. Belli ki bizi dinlemiş. "İstanbul'a döndüğünüzde kadehinizi Boğaz'a karşı kaldırın ve -Kirkor için- deyin. Mutlaka kulaklarım çınlayacaktır. Bu da bana yeter" şeklinde konuştu. 25 yıl önce Feriköy'den geldiğini ilave etmeyi unutmadı. Türkçe konuşmayı bile özlemiş adamcağız. İstanbul sevdası bir başka. Hele buradan kopup gurbet ellere gitmişseniz.

Tramvay çapkınları

Eskiden İstanbul, tıpkı San Francisco gibi tramvaylar şehri idi. Zamparaların da önemli mekanıydı. Ellerini ellerin üstüne koyarak yoklama yaparlardı. Daha ileri gidenler çıkınca kadın feryadı duyardınız; meşhur fıkra böyle bir ortamdan doğmuştur:

"Daha ne olacak? Seninle gerdeğe girmeğe sözleştik galiba. Ha evlendik, ha evleniyoruz. Çekil bakalım biraz geriye". Bir defasında önümdeki kadının ensesini hart diye ısıran adam tüm gazetelere manşet olmuştu.

Şehzadebaşı

"Mavi gözlük takarım,

Bu güzele bakarım"

veya

"Dünyaya geldim,

Gülmek için

Ben ağlıyorum

İçin için"

dizelerini bugün de duyuyoruz. Nurhan Damcıoğlu her Ramazan Peruz'un Kuzucuk Kantosu'nu yine söylüyor.

"Al canımı Allah

Kurtulayım ben

Şu zalimin,

Şu hainin,

Aaah elinden"

derken de izleyiciler arasındaki kodamanlar birer birer işaret edilir. Onlar da hakaretleri iltifat kabul edip kahkaha atarlar. Şamran Hanım'ın kendi yazdığı kantolar bu şekilde yaşatılıyor. Peruz ve Şamran "bir dirhem et, bir ayıp örter" denenlerdendi. Hani, kalçalar minder, göğüsler yastık. Sahneye 4 kişi tarafından taşınırlardı...

Şehzadebaşı'ndan Sahaflar Çarşısı'na geçilirken iki yere daha uğranılırdı; "Küllük ve Çınaraltı". Çok şükür buralar bugün de yaşıyor...

Yazarın Diğer Yazıları