Adalet! Gönül kazanalım!
Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinde âdettir... Başkan tekrar seçilince -ki, seçilmemesi mümkün değil- mutlaka belli oranda af çıkarır.
Ülkemizde Devlet Bey, seçimden önce çıkarılsın istemişti. Seçim sonrası siyasî tablo Devlet Bey'in sözüne gelineceğini gösteriyor.
Beklenti çok yüksek ama nasıl bir ayırım yapılıp af çıkarılacak? Bir formül bulmaları gerekiyor.
Aralık 2000'de çıkarılan Rahşan Affı'nda da sınırlama getirilmişti. Ancak Anayasa Mahkemesi "Böyle olmaz arkadaşlar! Irz tasallutçusu, hırlı hırsız herkese uygulayacaksınız." demişti.
Şimdi aklıma geldi... (Prof. Dr. Mehmet Kaplan "İnsan yazarken düşünür." derdi. Sanırım Valéry'den alınma bir söz.) 1974'te Necmettin Erbakan'la ortaklık kuran Bülent Ecevit, vahim bir affa imza atmış, sol terörden yatan hemen bütün militanları dışarı salmış (Ülkücülerden dört kişiydi. Ankara Ulucanlar'dan davul-zurnayla çıkarılmışlardı. Oradaydım.), çok geçmeden ortalık kan gölüne dönmüş ve ardından 12 Eylül Darbesi gelmişti. Daha önce yazdım... O dönemi bütünüyle yaşadığım için biliyorum. Hükmüm kesindir. Ülke için kaygılı herkes aynı hükme varmıştır.
2000'de de, başbakanken, Ecevit, affa öncülük etti.
Af için formül belli... "Rejim" demeyeyim, hadi "sistem" diyeyim, aynı kapıya çıkar, "Başkanlık Sistemi"ne geçtik. Bir kararnameye bakar. Şunlar şunlar hapisten çıkarılacak; şunlara şunlara zinhar af yok, denecek ve iş bitecek.
Yeni sistemi, Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinden nasıl ayrı tutacaksınız. Bir kısmıyla kandaş-dindaş, bir kısmıyla sadece dindaşız. Ama sadece dindaş olduklarımızın hemen hepsi bizim imparatorluğumuzdan doğdu. Demem o ki; biz bize benzeriz!
Halk affa itiraz eder mi? Son seçim gösterdi... Ne yapsa yeridir, diyor ve itiraz etmiyor! Bahsettiğim diğer ülkelerden çok ama çok önemli bir farkımız var. Onlarda az katılışla yüzde 90-99 arası, bizde ise yüzde 87-90'la -değişmez rakam- yüzde 52'yle başkan seçilir.
Öyle bir darbe geçirdik ki... Allah düşman başına vermesin! 15 Temmuz'dan bahsediyorum.
Gazeteciler, ellerine silâh almadılar. Kanuna aykırı bir yayına girişmediler. Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret etmediler. (Her şeyin önünde esas ölçü "R. T. Erdoğan'a "hakaret" çünkü), sadece ve sadece "muhalif" idiler. Hemen hiçbirinin sınırı aştığını düşünmüyorum.
Darbeyle alâkaları olmadığı gibi, darbecilere kapı aralayan, yollarına taş döşeyen hiyerarşik yapının da içinde yer almadılar. İddianamelerde, hiyerarşik yapıda yer aldıklarından bahsedilmediği gibi, şifreli telefon konuşmaları olduğuna dair kayıt da bulunmuyor. Hepsi darbeye kalkışıldığını öğrenir öğrenmez lanet okudular. Ama çoğu hapiste!
Daha önce bu meseleyi yazmış, gazeteciler içinde örnek olarak üç isim vermiştim: Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mehmet Altan...
Çok şükür kısa aralıklarla Ali Bulaç ve Mehmet Altan serbest kaldı. Sıra Ahmet Turan Alkan ve diğerlerinde... Yargıtay'ın yeni içtihadı var. Reis işmar ederse bu içtihat çok insanı serbest bıraktırabilir.
24 Haziran gecesi, Recep Tayyip Erdoğan, "81 milyonu kucaklayacağım." demişti, "Âdil olacağım." demişti.
Gelin, gönül kazanalım.