3 Mayıs’ta ne olmuştu?

3 Mayıs 1944 Türkiye’de milliyetçiliğin yargılandığı gündür. O gündür bugündür milliyetçilik yargılanır. Ama kaybedenler hep yargılayanlar oldu.
3 Mayıs’ı kaç kişi hatırlıyor? 3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayı... Tanınmış ne kadar milliyetçi varsa toplanmış ve hapislere tıkılmıştı. Tabutluklar “milliyetçiler” için icat edilmişti. Daracık, ancak kıpırdayabileceğin bir hücrede 500 mumluk ampulün altında tutuluyorsun... İşkencelerin en ağırı diyeceğim ama bir 12 Eylül işkenceleri var ki, akılları durdurur!
12 Eylül işkenceleri hep sol için yazılagelmiştir.
Binlerce Ülkücünün zindanlara atıldığı bilindiği hâlde hemen hiç dillendirilmez; ancak, kıyas için söylenir. “Bakın Ülkücüleri de içeri attılar, işkence ettiler, astılar...” derler.
Meş’ûm 3 Mayıs, meş’ûm 12 Eylül...
12 Eylül’de işkenceden geçenler yaşayan birer ölü idiler.
İşkenceler başlı başına işlenmelidir... Her zaman söylerim.
3 Mayıs üzerine çok yazıldı tabutluklar bir bir anlatıldı. Birçoğunu okudum. Arada unuttuklarım olur diye burada sıralamıyorum. Bildiğim, yakın zamanda en son Rıfat Bali’nin belgelere dayalı kitabı çıktı: “Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü-Türkçülere Yapılan İşkence” (Libra Yay., 2010, 308 s.)
Mevcudu kalmayan bu önemli kitabı Rıfat Bey tekrar yayınlar herhâlde...
3 Mayıs’ı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencileri her yıl hatırlıyorlar. Her yıl bir ilde bir araya geliyorlar. Bu yıl Söğüt’te toplandılar. Güzel bir tevâfuk, Söğüt Belediyesi son seçimde aslî ellere geçti. Bir araya gelen arkadaşlar çoklukla 12 Eylül öncesinin gazileri... Fakülteyi elde tutabilmek için büyük mücadele verenler. Onların da birçoğu işkencelerden geçtiler, haksız hapse atıldılar. Toplantılarına çok az katılabildim. Bu yıl söz verdiğim hâlde, başka bir şehre gitmek mecburiyetinde kaldığım için mekteptaşlarımın davetlerine uyamadım.
12 Eylül dönemi “Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” üzerine yazılanlar iki elin parmağını geçer mi? Şimdi düşündüm... Bilmiyorum. İlgilenmesi gerekenler bile ilgilenmemişler! Çoklukla roman yazılıyor ama öyle roman da yazılmaz ki!..
Yakında Mehmet Doğan’ın hatıralarını okudum... (Bu kitapta MHP’nin tarihini de öğreniyoruz. Ama esaslı bir elden geçirilmesi gerekir. Bahattin (Ergezer) bunu sen başlattın, elden geçirmek de sana düşer!).
Dr. Agâh Oktay Güner’in “Savunma”sını okudum yeni... “Baht Utansın” başlığı altında yazdığı girişten çok kısa bir bölüm alacağım size... 12 Eylül Cuntasının Milliyetçi Hareketçileri muhâkemesinin ne manaya geldiğini ortaya koyuyor:
“Bu dava ile 12 Eylül yönetimi bir siyasî parti ve bir siyasî heyeti peşin hükümlü, hukuku, hukuk dışında her şey için kullanmaya kararlı bir savcının keyfine terk etmiştir. Mamak’ta askerî savcı Nurettin Soyer’e bağlı özel bir polis timi ve işkence merkezi kurulmuş, yüzlerce insan Bu zulümden nasibini almıştır.”
Zulümleri unutturmamalıyız.

Milliyetçiler yargılanıyor
3 Mayıs’ta neler olduğunu tekrar tekrar hatırlamalı ve hatırlatmalıyız.
Millî Şef İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Şükrü Saraçoğlu da Başbakandır. Saraçoğlu “Türkçü” kimliğiyle tanınır. 5 Ağustos 1942’de TBMM’de kürsüye çıkıyor ve şunları söyler:
’Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.
Saraçoğlu böyle demekle beraber, Gizli Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi birçok kişi devlet kadrolarındadır.
Gizli TKP, tamamen Moskova’nın güdümündedir. O sıra hapiste olan, gafillerin ve yolundan gidenlerin ardından hâlâ “vatan hasreti çeken ‘büyük’ şair!” diye sık bahsettiği Nazım Hikmet Ran da bu partinin bir üyesiydi. Sonra Moskova’ya kaçacaktır.
Gizli TKP üyeleri çoklukla Hasan Âli Yücel’in başında olduğu Maarif Vekâletinde (Millî Eğitim Bakanlığı) yuvalanmışlardı. Üniversiteler de o zaman Maarif Vekâleti’ne bağlıydı.
Dönemin milliyetçi-Türkçü yazarları, fikir adamları bu durumdan rahatsızdılar.
O dönemde yayınlanan Bozkurt, Orhun ve Çınaraltı yayın organlarında rahatsızlıklarını açık açık dile getiriyorlardı. Öncü isim ise Hüseyin Nihal Atsız’dı.
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu Eminönü Halkevi’nde konferans verirken, salonu dolduran solcu gençler olay çıkarırlar.
Bu hâdise bardağı taşırır. Nihal Atsız, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na, iki “Açık Mektup” yazar ve Orhun dergisinin 1 Mart 1944 ve 1 Nisan 1944 tarihli sayılarında yayınlar.
Atsız, mektuplarında Hasan Âli Yücel’in emriyle komünizm propagandası yapan dergilerin okullara dağıtıldığını ve hapisteki Nazım Hikmet’e de gizli yollardan para gönderildiğini yazar. Şikâyet edilenlerin içinde Sabahattin Ali de vardır. (Sabahattin Ali, 1948’de, Bulgaristan’a kaçarken, istihbarat mensubu olduğu iddia edilen rehberi tarafından öldürülmüştür.)
Sabahatin Ali, Hasan Âli Yücel ile o günlerin Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay’ın teşvikiyle Atsız’ı mahkemeye verir.

3 Mayıs 1944 olayları
Mahkeme 26 Nisan 1944’te Ankara’da başlar. Üniversite gençliği mahkeme salonunu hınca hınç doldurur.
Nihal Atsız mahkeme heyetine: “Sabahattin Ali’den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?” diye sorar. Sabahattin Ali ise cevap veremez. Duruşma, 3 Mayıs 1944 gününe ertelenir.
3 Mayıs 1944 günü, Nihal Atsız mahkemeye çıkmak için Ankara’ya gelir. Gençlik galeyan hâlindedir. Çok kişi mahkeme salonunun dışında kalmıştır. Gençler Ulus Meydanı’na doğru yürüyüşe geçerler, millî marşlar söylerler ve komünizm aleyhinde slogan atarlar.
Gençler Ulus Meydanı’ndan Başbakanlığa yürürler, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek isterler; ancak görüştürülmezler. Gençleri dağıtmak için hükûmet zora başvurur.
Kendisi de bu olaylardan sonra tutuklanacak olan Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı kitabında şunları yazar:
“Bunlar Milli Şef ve onun gözde Milli Eğitim Bakanı’na nasıl gösteri yapabiliyorlardı? O zamana kadar Milli Şef’in müsaade etmediği hiçbir gösteri yapılamazdı. Demokrasi, Eşitlik, Hürriyet, Gençlik... Bütün bunlar Türkiye’nin 1944 iktidarında hep palavradır. Halkın alkışları, gençlikten çıkacak ’yaşa’naraları kayıtsız şartsız İnönü’nün tekelinde kalmalıdır. (...) 3 Mayıs günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı.”
Atsız tutuklanır. 3 Mayıs’ta gösteriler yapan gençler de birer birer tespit edilip toplanır ve tutuklanırlar.
İsmet İnönü 19 Mayıs 1944’te milliyetçiliğe karşı ağır bir nutuk verir. Bu tarihten itibaren milliyetçi avı hızlanır.
7 Eylül 1944’te başlayan ve 29 Mart 1945’e kadar süren muhakeme “Irkçılık-Turancılık Davası” olarak kayıtlara geçmiştir. 65 oturum süren yargılama sonucu Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal çeşitli cezalara çarptırıldılar.
Askerî Temyiz Mahkemesi mahkûmiyetleri bozar ve “sanıklar” beraat ederler.
“Irkçılık-Turancılık Davası” Türk siyasî hayatında kara bir lekedir.
12 Eylül Cuntası da milliyetçileri ezmek istemiş ama sonuç alamamıştır. Bu ülkeyi ayakta tutanların mevzi kayıpları olabilir ama sonuçta yine kazanan onlar olurlar.

tekin.jpg

Yazarın Diğer Yazıları