14, 17’yi örter mi?
Gazetemizin İcra Kurulu Başkanı Ahmet Yabuloğlu ile komşumuz Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonuna geçmiş olsun ziyaretine gittik. Maksadımız basın-yayın organlarına baskıya karşı tavrımızı ortaya koymaktı.
“Tahşiye örgütü” dediler. O zaman hiç ilgilenmemişim ki bilmiyorum. Ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı. Hâdise, 2008 yılında... “Tahşiye” Nur cemaatinden bir grubun yayıneviymiş.
Denildiğine göre, Fethullah Gülen, Tahşiye’den bahsettikten sonra “Tahşiye” örgüt statüsüne sokulmuş ama sonra bu isim yayınevi adı olarak tescil edildiği anlaşılınca, El-Kaide deyip işin seyrini değiştirmişler. Üstelik “Tahşiyeciler” le ilgili yerlerde birkaç tabanca, birkaç bomba bulunmuş. Ama silâhlarda, suçlanan kişilerin izleri yok; polislerin izleri çıkıyor. Yoksa polisler silâhları buldukları yerden çıkarırken mi iz bıraktılar? Sanmıyorum. İz bırakacak şekilde çıplak elle tutmazlar herhâlde...
Suçlanan kişiler daha yeni savcılığa gitmişler. Belki de yönlendirilmişlerdir.
Nur Cemaati/cemaatleri benim bildiğim hiçbir surette “silâh” taraftarı değillerdir. “Nurcu” görüntüsüyle bir örgüt kurulmuş mudur? Hayatta her şey olabilir ama görünen o ki, böyle bir örgüt de bulunmuyor.
Bir iç çekişme söz konusu ve büyük olan küçük olanı ham yapmak istemiştir. “Düzenekler” onun için olabilir.
“Ergenekon” , “Balyoz” ve daha başka düzenekler de karşınıza çıkar. Şunu hemen hatırlatayım: Eğer bu “düzenekler” ortaya çıkarsa -ki, çıkmaya başladı- düzenek kuranların başı şu anda en tepede oturandır; çünkü, “Ben onların savcısıyım.” demiştir. Öküz öldükten sonra, ben ortaklıktan çekildim, “Payımı vermediler, onlara düşmanım!” demek, eğer ortada bir suç varsa bu “suç” tan mahsup edilemez!
Erdoğan, 17 ve 25 Aralık’ı örtmek için tek başına büyük mücadele veriyor. Polisleri değiştirdi, savcıları değiştirdi, mahkemeleri değiştirdi, hâkimleri değiştirdi...
Söylenen 400 dolayında gazeteci ve aydının gözaltına alınacağı idi. Bana öyle geliyor ki 17/25 Aralık dedikçe, birilerinin gözleri seyiriyor... İçleri titriyor, korku, ayak parmaklarından başlayıp beyninde kümeleniyor. Öfkenin şiddeti aynı zamanda korkunun da derecesini gösteriyor. Ne kadar öfkelenirsen o kadar açık verirsin, giderek halkın zihninde “Acaba?” sorusu yer etmeye başlar.
Tuttun, nefret ettiğin herkesi içeri attın. Bu, 17/25 Aralık’ı oradan kaldırır mı?
Delil üretmeyin delil bulun; bir gazeteci yazılarından dolayı nasıl suçlu olabilir?
Onun için gazetecilerin gözaltına alınmalarına şiddetle karşı çıkıyorum, onun için, gazete çıkaracak kimseyi bulamazlarsa tek başıma dahi gazeteyi çıkarmaya hazırım, diyorum.
Şu hiç akla geliyor mu?
Liderlerini ilâhlaştıranlar; ona dokunmak ibadettir, o ilâhî vasıfları taşıyor demeye getirenler, liderlerinin öfkesinden kendilerine vazife çıkarabilirler ve kanlı bir hesaplaşma için silâha sarılabilirler. Önümüzde örneği IŞİD... “Allah için yola çıktık.” diyorlar ama sadece kafa-kol kesiyorlar. Kesin inançlılarda muhâkeme beklemeyin! R. T. Erdoğan’ın her kürsüye çıkışında konuşmasını “paralel”le başlayıp “paralel”le bitirmesi, onu “kinim dinimdir!” noktasına getiriyor. Bu öfke, bir anda istenmeyen olaylara yol açabilir. Allah korusun!